Zaman yolculuğu, H. G. Wells’ in 1985 yılında ünlü romanı Zaman 
		Makinesi’ni yazmasından bu yana güncel bir bilim-kurgu temasıdır. Fakat 
		acaba gerçekten yapılabilir mi? Bir insanı geçmişe veya geleceğe 
		taşıyacak bir makine inşa etmek mümkün müdür?
		
		
On 
		yıllar boyunca Zaman yolculuğu saygın bilimin sınırlarının dışında 
		kaldı. Fakat son yıllarda bu konu kuramsal fizikçiler arasında bir çeşit 
		yan uğraş haline gelmeye başladı. Çıkış noktası kısmen eğlence 
		amaçlıydı; Zaman yolculuğu üzerine düşünmek eğlenceliydi. Fakat bu 
		araştırmanın ciddi bir yanı da var: Neden ve sonuç arasındaki ilişkiyi 
		anlamak. Bu, fizikte birleştirici bir kuram oluşturma çabalarının ana 
		öğelerinden bir tanesi. Eğer, kuramsal olarak bile olsa, sınırsız Zaman 
		yolculuğu mümkün ise, böyle bir birleşik kuramın yapısı bundan büyük 
		oranda etkilenecek demektir.
		Zamana ilişkin en iyi kavrayışımız, 
		
		Einstein’ in görelilik kuramları 
		sayesindedir. Bu kuramların öncesinde zaman kesin ve evrensel; fiziksel 
		koşulları ne olursa olsun herkes için aynı kabul ediliyordu. Einstein, 
		özel görelilik kuramında iki olay arasında ölçülen zaman aralığının 
		gözlemcinin nasıl hareket ettiğine bağlı olacağını söyler. Temel olarak, 
		farklı şekillerde hareket eden iki gözlemci, aynı iki olay arasında 
		farklı zaman aralıkları deneyimleyeceklerdir.
		Bu etki genellikle “ikizler açmazı” kullanılarak açıklanır. Sally 
		ve Sam’in ikiz olduklarını düşünün. Sam evde otururken Sally bir rokete 
		biner, yüksek bir hızda yakındaki bir yıldıza gider, sonra dönüp dünyaya 
		geri gelir. Sally için yolculuğun süresi 
		sözgelimi bir yıl olabilir; fakat geri dönüp de uzay aracından indiği 
		zaman, dünyada 10 yıl geçmiş olduğunu görür. Artık kardeşi ondan 9 yaş 
		daha yaşlıdır. Sally ve Sam, aynı günde doğmuş olmalarına karşın artık 
		aynı yaşta değildirler. Bu örnek zaman yolculuğunun sınırlı bir çeşidini 
		göstermekte. Sonuçta Sally dünyanın geleceğine doğru 9 yıllık bir 
		sıçrama yapmış oldu. 
		Jet Lag; Zaman genleşmesi olarak 
		bilinen etki, iki gözlemcinin birbirlerine göre hareket etmeleri 
		durumunda meydana gelir. Günlük yaşantımızda bu tuhaf zaman 
		çarpılmalarını gözlemleyemeyiz, çünkü bu etki ancak, hareketin ışık 
		hızına yakın hızlarda olması sırasında belirgin hale gelir. Uçakların 
		ulaştığı hızlarda bile, tipik bir yolculukta meydana gelen zaman 
		genleşmesi birkaç nanosaniye kadardır. Bununla birlikte atom saatleri bu 
		kaymayı kaydedecek kadar hassastırlar ve hareket sonucunda zamanın 
		gerçekten de uzadığını onaylarlar. Dolayısıyla geleceğe yolculuk, 
		şimdilik nispeten heyecan vermekten uzak miktarlarda da olsa, 
		kanıtlanmış bir gerçektir.
		
		Gerçekten gözle görülür zaman çarpılmalarını gözlemleyebilmek için, 
		günlük deneyimler dünyasının ötelerine bakmak gerekir. Atomaltı 
		parçacıklar, büyük hızlandırıcı cihazlarla neredeyse ışık hızına yakın 
		hızlara ulaştırılabiliyorlar. Bu parçacıklardan muonlar gibi bazıları 
		belli bir yarılanma ömrü ile bozunduklarından içsel bir saate 
		sahiptirler. 
		
		Einstein’in 
		görelilik kuramına uygun olarak, hızlandırıcılar içinde yüksek hızlarda 
		hareket eden muonlar, sanki ağır çekimde bozunuyormuş gibi 
		gözlemlenirler. Bazı kozmik ışınlar da şaşırtıcı zaman çarpılmalarına 
		maruz kalırlar. Bu parçacıklar ışık hızına o kadar yakın seyrederler ki, 
		onlar açısından bakıldığında, dünya zamanına göre on binlerce yıl gibi 
		gözükmesine rağmen, dakikalar içinde galaksiyi kat ederler. Eğer zaman 
		genişlemesi olmasaydı, bu parçacıklar buraya hiçbir zaman varamazlardı.
		
		Hız, zamanda ileri sıçramanın bir yoludur. Kütle çekimi ise bir 
		diğer yolu. Einstein genel görelik kuramında kütle çekiminin zaman 
		yavaşlatacağı öngörüsünde bulunmuştu. Saatler tavan arasında, dünyanın 
		merkezine daha yakın olan ve dolayısıyla daha derin bir kütle çekim 
		alanı içinde bulunan bodrum katına göre birazcık daha hızlı çalışırlar. 
		Benzer şekilde, uzaydaki saatler, yerdekilere göre daha hızlı 
		çalışırlar. Yine bu etki de çok küçüktür. 
		Fakat, hassas saatler yardımıyla doğrudan ölçülmüştür. Hatta bu zaman 
		çarpıtma etkileri Küresel Konumlandırma Sistemleri’nde dikkate alınmak 
		zorundadır. Eğer dikkate alınmazsa, gemiciler, taksi sürücüleri ve uzun 
		menzilli füzeler kendilerini rotalarından kilometrelerce sapmış halde 
		bulabilirler.
		
		Bir nötron yıldızının yüzeyinde kütle çekimi öyle güçlüdür ki, zaman 
		burada, dünyaya göre yaklaşık yüzde 30 daha yavaş akar. Böyle bir 
		yıldızdan bakıldığında buradaki olaylar hızlı biçimde ileri sarılan bir 
		filmin görüntüsüne benzer. Bir kara delik 
		ise zaman çarpıklığının en uç noktasını temsil eder. Deliğin yüzeyinde 
		zaman, dünyaya göre durmuş haldedir. Yani bir kenarından kara deliğe 
		düşecek olursanız, sizi yüzeyine doğru çektiği o kısa süre içerisinde 
		evren tüm sonsuzluğunu yaşar ve bitirir. Dolayısıyla kara deliğin 
		içindeki bölge, dışarıdaki evren söz konusu olduğu sürece, zamanın 
		sonunun da ötesindedir. Eğer bir astronot bir kara deliğin çok yakınına 
		yaklaşıp parçalanmadan geri dönebilirse ki bu çok uzak bir olasılıktır- 
		geleceğe oldukça uzun bir sıçrama gerçekleştirebilir.  
		Başım Dönüyor…
		Şimdiye kadar zamanda ileri gitmekten bahsettik. Peki ya geriye doğru 
		seyahat? Bu konu çok daha sorunlu. 1945 yılında Princeton’daki ileri 
		çalışma enstitüsünde bulunan 
		
		Kurt Gödel, 
		Einstein’ in kütle çekim alanı denklemlerinden, dönen bir evren tanımı 
		ortaya koyan bir çözüm çıkartır. Bu evrende bir astronot, kendi 
		geçmişine ulaşacak şekilde uzayda seyahat edebilmekteydi. Bu durum, 
		kütle çekiminin ışığı etkileme şeklinde kaynaklanıyordu. Dönen evren 
		ışığı (ve dolayısıyla nesneler arasındaki nedensel ilişkileri) 
		sürükleyecek, maddesel bir nesnenin uzayda ve zamanda kapalı bir döngü 
		içinde, herhangi bir devrede yakın çevresindeki ışık hızını aşmaksızın 
		dönmesine izin verir. Gödel’in çözümü matematiksel bir merak olarak bir 
		kenara bırakıldı; sonuçta, evrenin bir bütün olarak döndüğünü gösteren 
		bir kanıt yoktu. Fakat bulduğu çözüm bir taraftan da, zamanda geri 
		gitmenin, görelilik kuramı tarafından yasaklanmadığını da ortaya 
		koymuştur. Zira 
		
		Einstein'de 
		bu kuramın bazı durumlarda geçmişe yolculuğa izin verebileceği 
		düşüncesiyle başının dertte olduğunu itiraf etmişti.
		
		Geçmişe yolculuk için başka senaryolar da bulundu, örneğin 1974 yılında 
		Tulane Üniversitesi’nden Frank J. Tipler, kocaman ve sonlu uzunluğa 
		sahip bir silindirin kendi ekseni etrafında ışık hızıyla dönmesinin, 
		yine ışığı bir ilmek gibi kendi etrafına çekerek, astronotların kendi 
		geçmişlerini ziyaret etmelerini sağlayabileceğini hesaplamıştır. 1991’ 
		de ise Princeton Üniversitesi’nden J. Richard Gott, evren bilimcilerinin 
		Büyük Patlamanın erken dönemlerinde yaratılan yapılar olarak bildikleri 
		kozmik sicimlerin de benzer sonuçlar verebileceğini öngörmüştü. Fakat 
		1980’lerin ortalarında, “solucan deliği” 
		kavramı temel alınarak, bir
		
		zaman makinesi için en gerçekçi senaryo 
		ortaya çıktı.
		
		Bilim kurguda solucan delikleri kimi zaman yıldız geçitleri olarak 
		adlandırılırlar. Bunlar sayesinde, uzayda birbirinden çok uzak noktalar 
		arasında kestirme bir geçiş yapılabilir. Hipotetik bir solucan 
		deliğinden atladığınızda, galaksinin diğer bir yanına bir an içinde 
		ulaşmak mümkündür. Solucan delikleri, kütle çekiminin sadece 
		zamanı değil uzayı da çarpıttığını gösteren genel görelilik kuramına 
		doğal olarak uygundurlar. Kuram, uzaydaki iki noktayı birbirine bağlayan 
		alternatif yol ve tünel geçişlerine benzer yapılanmalara izin verir. Bir 
		tepenin altından geçen bir tünelin, tepe yüzeyini izleyen yoldan daha 
		kısa olabilmesi gibi, bir solucan deliği de bildiğimiz uzaydaki normal 
		bir güzergâhtan daha kısa olabilir.
		
		Solucan deliği bir bilim-kurgu aygıtı olarak 1985 yılında yayınlanan 
		“Contact” adlı romanında Carl Sagon tarafından kullanıldı. Sagon’ın da 
		vurguladığı gibi Kaliforniya Teknoloji Enstitüsünden Kip S. Thorne ve 
		arkadaşları, solucan deliklerinin bilinen fizikte uyumlu olup olmadığını 
		bulmak üzere yola çıkmışlardı. Başlangıç noktaları, bir solucan 
		deliğinin korkunç bir kütle çekimine sahip olması açısından bir 
		karadeliğe benzemesi gerektiği düşüncesidir. Fakat hiçliğe doğru tek 
		yönlü bir yolculuk sunan karadelikten farklı olarak, solucan 
		deliklerinin girişleri gibi çıkışları da olmalıydı.
		
		Döngünün İçinde
		Bir solucan deliğinin içinden geçilebilir özellikte olabilmesi için 
		Thorne’ un “ekzotik madde” dediği şeye sahip olması gerekir. Bunun 
		görevi, çok büyük kütleli bir sistemin kendi yoğun ağırlığı altında bir 
		kara deliğe çökmesi yönündeki doğal eğilimle mücadele edecek bir karşıt 
		kütle çekimi üretmektir. Karşıt kütle çekimi veya kütle çekim itmesi, 
		negatif enerji veya basınçla üretilebilir. Negatif enerji durumlarının 
		bazı Kuantum sistemlerinde mevcut olduğu bilinmektedir ki, bu durum, 
		yeterli miktarda karşıt kütle çekimi malzemesinin bir araya toplanıp 
		toplanamayacağı pek açık olmasa da, Thorne’ un ekzotik maddesinin fizik 
		kurallarınca yasaklanmadığını düşündürmektedir. (Bkz. “Negative Energy 
		Wormholes and Warp Drive”, Lawrence H. Ford ve Thomas A. Ramon: 
		Scientific American, Ocak 2000).
		
		Daha sonra Thorne ve meslektaşları, kararlı bir solucan deliği 
		oluşturulabilmesi halinde, bunun bir zaman makinesine de 
		dönüştürülebileceğini fark ettiler. Bunların birinden geçen bir astronot 
		sadece evrende başka bir yere değil, geçmişte veya gelecekte herhangi 
		bir zamana da çıkabilirdi.
		
		Solucan deliğini zaman yolculuğuna 
		uygun hale getirmek için ağızlarından bir tanesi nötron yıldızına 
		bağlanıp, yüzeyine yakın bir şekilde konumlandırılabilirdi. Yıldızın 
		kütle çekimi, solucan deliğinin ağzının yakınlarındaki zamanı, solucan 
		deliğinin uçları arasındaki zaman farkının gittikçe artmasını sağlayacak 
		şekilde yavaşlatacaktır. Daha sonra her iki uç da uzayda uygun yerlere 
		yerleştirildiğinde bu zaman farkı aynen korunacaktır.
		
		Bu zaman farkının 10 yıl olduğunu varsayalım. Bu deliği bir yönde geçen 
		bir astronot geleceğe doğru 10 yıllık bir sıçrama yaparken, ters yönde 
		geçen bir astronot geçmişe doğru 10 yıllık bir sıçrayış 
		gerçekleştirecektir. Normal uzay üzerinden yüksek bir hızla başlangıç 
		noktasına dönen ikinci astronot, “henüz ayrılmadan önce evine 
		dönmüş” olacaktır. Diğer bir deyişle, 
		uzaydaki kapalı bir ilmek aynı şekilde zamanda da kapalı bir ilmek 
		haline gelebilir. Bunun kısıtlamalarından biri, astronotun, solucan 
		deliğinin henüz yapılmamış olduğu bir geçmiş zaman dilimine 
		gidememesidir.
		
		Solucan deliğinden bir zaman makinesi yapma konusunda aşılması en zor 
		sorunlardan birisi, öncelikle solucan deliğinin nasıl yapılacağıdır. 
		Muhtemelen uzay, Büyük Patlama’nın 
		kalıntıları olan bu tip yapılarla doğal olarak örülü durumdadır. Eğer 
		öyleyse, üstün bir uygarlık bunlardan bir tanesine hükmedebilir. Veya 
		solucan delikleri Planck uzunluğu denen ve bir atom çekirdeğinin 1020’de 
		biri kadar minicik ölçeklerde doğal olarak meydana çıkıyor olabilirler. 
		Prensipte böyle minik bir solucan deliği bir enerji itimi ile kararlı 
		hale getirilip, bir şekilde kullanılabilir boyutlara genişletilebilir.
		
		Sansürlü !
		Mühendislik sorunlarının çözüldüğünü kabul edersek, bir zaman 
		makinesinin üretilmesi, nedensel açmazlarla dolu bir Pandora Kutusu’nun 
		açılmasına neden olabilir. Geçmişe gidip kendi annesini henüz genç bir 
		kızken öldüren zaman yolcusunun durumunu düşünelim. Buna nasıl anlam 
		verebiliriz? Eğer kız ölürse, gelecekte zaman gezginin annesi 
		olamayacaktır. Öte yandan zaman yolcusunun doğumu gerçekleşmezse, geri 
		dönüp annesini de öldüremez.
		
		Bu çeşit açmazlar, zaman gezgininin geçmişi değiştirmeye kalkıştığı 
		imkânsızlığı aşikâr durumlar da ortaya çıkar. Fakat bunlar, bir kişinin 
		geçmişin bir parçası olmasını da engellemez. Sözgelimi zaman gezgini 
		geçmişe gider, genç bir kızı ölümden kurtarır ve bu kız da büyüdüğünde 
		onun annesi olur. Nedensel döngü şimdi tutarlıdır ve artık açmazlara 
		neden olmaz. Nedensel tutarlılık, bir zaman gezgininin neler 
		yapabileceği konusunda bazı kısıtlamalar getirebilir. Fakat, zaman 
		yolculuğunu hepten yasaklamaz.
		
		Zaman yolculuğu tamamen açmazlarla dolu olmasa da, oldukça acayip 
		olacağı kesin. Bir yıl ileriye sıçrayıp Scientific American’ın ileriki 
		bir sayısındaki bir matematik teoremini okuyan bir zaman yolcusu 
		düşünün. Ayrıntıları not alsın, kendi 
		zamanına dönsün, bir öğrenciye bu teoremi anlatsın ve öğrenci de bunu 
		Scientific American’ a yazsın. Çıkan makale elbette zaman yolcusunun 
		okuduğu makalenin ta kendisidir. Dolayısıyla karşımıza bir soru çıkıyor: 
		Teoreme ilişkin bilgi nereden geldi? Gezginimizden değil, çünkü o sadece 
		bir yerde okudu; öğrenciden de değil, çünkü o da bunu gezginimizden 
		öğrenmişti. Dolayısıyla bilgi, mantıksız bir şekilde hiçbir yerden gelip 
		var olmuş gibi gözüküyor!
		
		Zaman yolculuğuyla ilgili garip sonuçlar bazı bilimcileri, bu fikri 
		tamamen reddetmeye itiyor. Cambridge Üniversitesi’nden 
		
		Stephen W. Hawking, 
		nedensel döngüleri devre dışı bırakacak bir “tarihsel sırayı koruma 
		varsayımı” öneriyor. Görelilik kuramı nedensel döngülerin oluşmasına 
		izin verdiğinden tarihsel sıranın korunması, geçmişe yolculuğu 
		engelleyecek bir başka etmenin ise karışmasını gerektirmekte. Peki bu 
		etmen ne olabilir? Bir öneriye göre durumu kurtaran, kuantum süreçleri 
		olabilir. Bir zaman makinesinin varlığı, parçacıkların kendi 
		geçmişleri ile döngüsel ilişkilere girmesini mümkün kılacaktır. 
		Hesaplamalardan edinilen ip uçlarına göre, meydana gelecek karışıklık, 
		kendi kendini besleyerek, solucan deliğinin dağılmasına yol açacak bir 
		enerji kaçağına neden olabilir.
		
		Tarihsel sıra koruması halen bir varsayımdan ibarettir ve Zaman 
		yolculuğu da halen bir ihtimal olarak durmakta. Konunun nihai çözümü, 
		sicim kuramı veya onun bir uzantısı olan M-kuramı gibi bir kuram 
		aracılığıyla, Kuantum mekaniği ile kütle çekiminin başarılı bir 
		birleşiminin ortaya konmasını beklemek zorunda olabilir. Hatta gelecek 
		nesil parçacık hızlandırıcılarının yakındaki parçacıkları kısa ömürlü 
		nedensel döngülere sokabilecek kadar uzun ömürlü atom altı solucan 
		delikleri oluşturabilmeleri de mümkün gözüküyor. Bu olay Wells’in 
		
		Zaman Makinesi 
		hayali yanında çok cılız bir çaba olarak kalsa da, fiziksel gerçeklik 
		görüşümüzü ebediyen değiştirecektir.
Tüm İcatlar / Buluş Hikayeleri / İlk İcatlar / İlk Bisiklet / İlk Bilgisayar / Geleceğin İcatları / Zaman Makinesi / Karakutu / Telefon / Stetoskop / Denizaltı
		Bilim İnsanları 
		/ Ünlü 
		Yazarlar /
		Ünlü 
		Ressamlar / 
		Ünlü Müzisyenler /
		Türk Büyükleri 
		/ Türk Bilim 
		İnsanları /
		
        
		Ünlü Matematikçiler
		/ Ünlü 
		Fizikçiler