gelisenbeyin.net Ana Sayfa
Forum Anasayfası Forum Anasayfası > Bilim ve Teknoloji > Bilim ve Teknik
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  SSS SSS  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Kara Delikler

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
  Konu Arama Konu Arama  Konu Seçenekleri Konu Seçenekleri
gelisenbeyin Açılır Kutu Gör
Yönetici
Yönetici
Simge
gelişime dair ne varsa.. Yahya KARAKURT

Kayıt Tarihi: 01-Ocak-2006
Konum: Istanbul
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 4737
  Alıntı gelisenbeyin Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: Kara Delikler
    Gönderim Zamanı: 29-Ocak-2007 Saat 11:57
KARA DELİKLER;

Gökyüzü binlerce yıldır tutkunu olduğu muz ve anlayabilmek uğrunu büyük gayretler sarfettiğimiz meraklarımızın basında gelir, insanoğlu, başının üstündeki o sonsuz ve bir o kadar da gizemli uzayı tanıyabilmek için elinden gelen tüm imkanları seferber etmiş, geliştirdiği dürbünlerle, teleskoplarla, uydularla uzayın derinliklerinde ne olup bittiğinden haberdar olmaya çalışmıştır. Araştırmaları süresince, evrendeki konumunun ne olduğu konusunda bir karara varabilmiş, bunun yanında gittikçe artan yeni sorunlarla karşı karsıya kalmıştır.

Bugün, artık devasa bir evrende herhangi birinden pek farklı olmayan bir galakside ve küçük sayılabilecek bir yıldızın çevresinde hayatımızı devam ettirmeye çalıştığımızı biliyoruz. Yine sunun da farkındayız ki, en gelişmiş aletlerimizle ancak uzayın çok küçük bir bölümünü izleyebiliyoruz. Fakat buna rağmen, evrende bulunan maddenin yoğunluğu, kainatın ve dünyamızın yaşı, big-bang'le evrenin nasıl oluştuğu gibi birçok kozmolojik sorunu açıklayabilecek derecede fikir sahibiyiz.

Evrendeki olayları, zaman zaman gözlemlerimizden hareketle bazen de ortaya attığımız kuramlarla açıklamaya çalışırız. Bu durumda, evrende olup olmadığını bilmediğimiz bir takım sonuçlara da varabiliriz. İşte karadelikler de varlığı konusunda hiçbir şey bilinmeden, bütün matematiksel açıklamaları ve teorileri elde edilmiş nadir konulardan biridir.

İlk defa 1969'da Amerikalı J. Wheeler tarafından adlandırılan karadelikler sonsuz yoğunlukta madde taşıyabilen gök cisimleridir. Güneş'ten yüzlerce kere daha büyük olan yıldızlar, yaşamlarının sonunda o kadar küçülürler ki bir nokta kadar boyutsuz, hacimsiz bir yapıya bürünebilirler. Öyle ki, bu yapıdan bir çay kaşığı kadar almaya kalksanız: tonlarca maddeyi taşımanız gerekir. Bu yoğun ve kavranılması güç oluşumlar, karadeliklere çok yoğun ve etkili bir çekim alanı kazandırır. Nitekim, A.Einstein'ın özel relativite teorisinde belirttiği "evrendeki en yüksek hıza sahip ışık" bile karadeliklerin yeterince yakınına geldiğinde bu güçlü kütle çekimine yenilerek, karadelikler tarafından yutulur. VVheeler, hiç şüphe yok ki, üzerine gelen ışığı yutabildi-ğinden dolayı karadeliklere bu ismi vermişti.

Karadeliklerin gözlemlenmesi

Karadelikler, üzerlerine gelen her maddeyi ve ışığı kolayca emebildiklerinden dolayı hiçbir zaman doğrudan gözlenemezler. Çünkü, bir cismi görebilmemiz İçin, ancak ondan bize ışık ışınlarının gelmesi gerekir. Bir karadelik ise, uzaydaki gaz ve tozları toplarken çevresindeki uzayda bir takım değişiklikler yapar. İste. onları bu etkilerinden yararlanarak, dolaylı yoldan gözleyebiliriz.

Karadeliklerin gözlemlenebilirle yöntemlerinden biri, çevresinde yarattığı çok güçlü çekimsel alandan geçen ışığın, sapmasının Ölçülmesidir. Kuvvetli çekim alanlarından gecen ışık ısınları, bildiğimiz doğrusal yolundan sapar. Bu ilke. gerçekte yıldız, gezegen, nebula gibi uzayda bulunan büyük kütlelerin, bulundukları yerlerde kütlelerinin büyüklüğüne göre. göremediğimiz ancak teorik ve deneysel olarak bilinen eğrilikler, çukurluklar oluşturmasından ileri gelir, Sözgelimi. Güneş'in çevresinde bu eğrilik çok az olduğundan, ışık 1.64 sn'lik bir acı farkıyla eğilir. Ama bunu karadelikler için düşündüğümüzde, saptırıcı etkinin çok daha büyük olduğunu görürüz. Bir karadeliğin arkasında bulunan bir yıldızdan çıkan ışının bize ulaşabilmesi için O en az iki yolu vardır. İşık ısınlarının her biri. karadeliğin bir yai nından gelmek üzere ayrılarak bize ulaşırlar. Dolayısıyla biz. bir yıldızı ikiymiş gibi görürüz. Bu olaya "çekimsel mercek" etkisi denir.

Karadeliklerin araştırılmasında en verimli yöntem, uzaydaki gaz ve toz zerrelerinin karadelik tarafından emiliminin saptanmasıdır. Bir karadeliğin çekimine kapılan gazlar, çok kuvvetli x -ışını ışıması yapar. Bu ışının çok uzaktan algılanabilmesi İçin de. karadeliklerin ancak yıldızlararası gaz ve tozların bol olduğu bölgelerde aranması gerekir. Böylece, bir karadeliğin gözlenebilmesi için en ideal konumun, yıldızların hemen yanı olduğu anlaşılır.

1970'de Amerika'nın uzaya gönderdiği bir x-ısını uydusu olan "Uhuru" uzaydan ilginç bir takım veriler elde etti. Daha bir yılını doldurmamıştı ki Uhuru, Kuğu takımyıldızının en parlak yıldızı olan Cygnus x-l'de çok yoğun x-ışını yayılımı buldu. Cygnus x -l saniyede bin kereden fazla titreşiyordu. Bu da sözü edilen ışık kaynağının boyutlarının, beklenenden çok daha küçük olduğunu gösteriyordu. Dikkatle yapılan gözlemlerin sonunda: bu yıldızın HD226868 tarafından beslenen bir karadelikti. Teorilerin, yıllar önce öngördüğü sonuçlar, gerçekleşmişti.

İzleyen yıllarda, uzaya bir çok x-ışını uydusu gönderildi. Bu uydular da 339 ayrı x-ısını kaynağı hakkında bilgi toplayan Uhuru'nün izinden giderek, bize evrenin x-ısmı haritasını çıkardılar. Bu haritada özellikle Circu-nus x-l. GK339-4 ve V861 Scorpii karadelik olarak kabul edilen ilk gök cisimleridir.

Eğri uzay zamanın anlamı

Einstein 1905 ve 1915 yıllarında ortaya attığı özel ve genel görelilik kuramlarıyla doğaya, maddeye, uzaya ve zamana farklı bir bakış açısı getirdi. Onun bu buluşlarıyla; belki de fizik, felsefe dalında en Önemli sınavını veriyordu. Birbiriyle İlintili olan bu kuramlara göre; hareket eden saatler yavaşlayabiliyor, cetvellerin boyları kısalıyor cisimlerin kütleleri, hızları dolayısıyla artabiliyordu. Einstein'ın yeni denklemleri Newton’un koyduğu klasik anlayışa, ancak ışık hızından çok küçük hızlarda uygunluk göstermekteydi.

Einstein. hep saatlere, cetvellere ve gözlemcilere bağlı olmayan evrensel bir çekim kuramı hayal ederdi ve Tanrı'nın, kendine bir keçi inadı ile İyi koku alan bir burun verdiğini söylerdi. Gerçek şu ki; O'nun bu özellikleri amacına ulaştırmıştı.

Genel görelilik kuramı, kütle çekiminin nasıl islediğini anlatır. Ama bunu yaparken; hiçbir zaman çekimi bir kuvvet olarak düşünmez. Bunun yerine, cisimlerin çevresindeki çekim alanlarının, uzay ve zamanın bükülmesi sonucu oluştuğunu söyler. Cisimler, içerdikleri kütlelerine oranla uzayda çukurluklar oluşturur. Ve zamanın akışını yavaşlatır. Ancak uzayın derinliklerinde, tüm çekim kaynaklarından uzakta, uzay ve zaman tam anlamıyla düzdür. Çekim alanının gücü arttıkça uzay-zaman eğriliği de artış gösterir. Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur: Madde uzay-zamanın nasıl eğileceğini, uzay-zaman da maddenin nasıl davranacağını belirler.

Uzay-zaman düşüncesine somut bir örnek olarak sunu verebiliriz: Ilık bir yaz gecesi uzaya baktığınızı düşünün. Binlerce yıldız, gözlerinizin önüne serilmiştir. Bize en yakın yıldızlardan olan Sirius'a gözlerimizi kaydırdığımızı haya! edelim. Sirius. güneş sistemine yaklaşık 8,5 ışık yılı uzaklıktadır. Bu ise; o yıldızdan çıkan bir ışık ışınının gözümüze ancak 8,5 yıl sonra ulaşabildiğini bize anlatır. Yani yıldıza bakmakla onun 8,5 yıl önceki halini görmekteyiz. Ya 250 milyon ışık yılı uzaklıktaki bir galaksiyi gözlemlediğimizi düşünsek? Tahmin edersiniz ki; galaksinin yeryüzünde dinazorların hüküm sürdüğü devirlerdeki görüntüsünü algılarız.

Sonuç olarak, yıldızlara bakmakla uzayın zamandan ayrı düşünülemeyeceğini kavrarız. Çünkü, gökyüzünü incelerken, aslında evrenin geçmişine bakmaktayız. İşte. birbirinden ayrı olarak düşünmediğimiz bu dört boyutlu anlayışa (en. boy. yükseklik, zaman) uzay-zaman denir. Nasıl, bir cetvel uzunluğu ölçüyorsa . kolumuzdaki saat de zaman yönünde uzaklığı ölçer.

Einstein. kuramın matematiksel ispatı yanında bir de deney önerdi. O'na göre Güneş de ışığı belli bir oranda saptamalıydı. 1919'da bir Güneş tutulması esnasında, uzaydaki konumu önceden bilinen bir yıldız üzerinde gözlem yapıldı. Gerçekten de. yıldızın ışığı Güneş'in yanından geçerken: uzay-zaman eğriliği nedeniyle önceki konumundan daha açıkta görülüyordu. Gözlem sonunda elde edilen sayılar da teorik hesaplarla bulunana yakındı. 60 yıl boyunca tekrarlanan diğer deneyler de Einstein'i haklı çıkardı. Günümüzde de çok hassas aletler yardımıyla, uzayda yapılacak bir deney düşünülüyor. Dünyanın dönme ekseninin bulunduğu düzlem üzerine, yaklaşık 640 km yüksekliğe yerleştirilecek GP-B kütle çekim aracı en hassas uzay-zaman gözlemini yapacak.

Görelilik kuramı, uzayın eğriliğine bağlı olarak zamanın da akışının yavaşlayacağını belirtir. Uzayda, eğim ne kadar fazlaysa o bölgede aynı oranda. zaman yavaş işler. Eğimin en fazla olduğu yerler de gök cisimlerinin merkezleridir. Merkezden uzaklık arttıkça zamanın büzülmesi de azalır. Çok katlı bir binanın zemin katı ile en üst katı arasındaki zaman farkı ilk defa 1960'da ölçülebildi. Günümüzde isg, en hassas saatler olan atom saatleriyle yapılan çeşitli deneyler de bu ilkeyi destekledi.

Gelişimin adresi...
Yukarı Dön
gelisenbeyin Açılır Kutu Gör
Yönetici
Yönetici
Simge
gelişime dair ne varsa.. Yahya KARAKURT

Kayıt Tarihi: 01-Ocak-2006
Konum: Istanbul
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 4737
  Alıntı gelisenbeyin Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 29-Ocak-2007 Saat 11:57
....KARADELİKLER....(2).......

Dış katmanlarını uzaya püskürterek Güneş kütlesinin 1.4 katı haline gelen ölmüş yıldızlar,yaşamlarını Beyaz Cüce olarak devam ettirirken,kütlesi bunun üzerindeki bir değere sahip olan yıldızlar da Nötron yıldızına dönüşürler.
Buna karşın yaşam süresinin sonuna gelmiş olan bir yıldız eğer Güneş’in en az 2.5 katı bir kütleye sahipse bu sefer de yoz elektron ve nötron basıncı tarafından kendini dengeleyemeyeceğinden, yıldızın sahip olduğu kütle nedeniyle trilyonlarca basınç ile güçlü bir şekilde çökmeye başlar.Çökmesiyle birlikte yıldız,çevresine uyguladığı gravitasyonel çekimin güçlenmesine, dolayısıyla da uzay zaman eğriliğini gittikçe artırmasına neden olur ki, sonunda ışık dahil hiçbir şeyin kaçmasına izin vermeyeceği kıritik bir aşamaya gelir.İşte ışığın artık kaçamayacağı bu kritik yarıçapa “Olay Ufku”, yıldızın çökerek bir karadelik oluşturması için meydana gelecek büyüklüğe de “schwarzchıld” yarıçapı adı verilir.Bu aşamadan sonra ise, yıldız olay ufkunun altında tüm kütlesini merkezdeki sıfır hacimde ve sonsuz yoğunluktaki Zümrütü Anka misali bir Düşsel Tekillik noktasında toplamaya yönelik çökmesine devam eder.
Bir karadelik ne kadar kütleli ise, yoğunluğu,olay ufkunun etki alanı ve yüzey alan genişliği de o kadar fazla olur. Eğer Güneş bir karadelik olabilseydi, schwarzchıld yarıçapı 3 km,Güneş’in 150 milyar katı kütleye sahip olan samanyolu galaksisinin 450 milyar km. ve tüm evreni kapalı evren haline getirecek kadar madde bulunmuş olsaydı ,onun da yarı çapı 300 milyar ışık yılı kadar olacaktı. Ayrıca yapay bir karadelik oluşturmayı deneseydik, 1600 ton demiri cm.’ nin yüz milyonda birine sıkıştırmak gerekirdi.Aynı durumu dünyamızın kendisine uygulamak amacıyla tüm kütlesi 1 cm. yarıçaplı bir misket içine sıkıştırılabilseydi,suyun yoğunluğunun cm küpte bir gram olduğu yerde dünyanın beş gram olan yoğunluğunu trilyar kez artırmış olurduk. Bunun ilginç yanı,Dünya bu halde iken Ay’ın yine onun çevresinde dönmesini sürdürebilmesidir. Ay’daki bir insan bu misketi asla göremezdi, fakat çekimini algılayabilirdi.
Aynı şekilde Güneş de Beyaz Cüce olma durumuna geldiğinde yakın gezegenleri yutmasına karşın,dış gezegenler yörüngelerinde hareket etmeye devam edecektir. Çünkü evrende önemli olan hacim değil,kütledir. Yani bir şey hacimce ne kadar büyük olursa olsun,eğer kütlesi seyrekse başka deyişle yoğunluğu az ise, kendinden daha yoğun olan fakat çok küçük bir kütlenin çekimine kapılmak durumundadır. Bununla beraber Güneş ‘ten üç defa büyük, çöken bir yıldızın,karadelik haline gelmesi, saniyenin 67 milyon birinde ,Güneş ‘ten on kat daha kütleli bir yıldız için saniyenin 4 milyonda biri, milyon kez daha büyük bir yıldızın çökme süresi de diğerlerine göre oldukça uzun bir dilim olan saniyenin dörtte biri kadar olmaktadır.
Bir karadelik kütlesi,elektrik yükü ve dönme hızı ile ölçülebilir üç parametreye sahiptir. Şu ana kadar üzerinde durduğumuz (durağan)schwarzchild tipi karadelikleri idi. Şimdi de elektrik yüklü olanlar ile dönen türleri üzerinde duralım. (Bunlara ayrıca Reissner-Nordstrom ile Kerr karadelikleri de denmektedir).
Bilindiği üzere, Elektromanyetik kuvveti,çekim (gravitasyonel) kuvvetlerinden 10 sayısının 40. kuvveti kadar güçlüdür. Bunu göz önünde bulundurarak ,yüksüz ve durağan bir karadelik üzerine elektrik yükü düşürerek yüklediğimizi düşündüğümüz zaman,oluşan Elektromanyetik kuvvet, çekim kuvvetine karşı koyarak tekilliğin çevresinde iki ayrı olay ufkunun oluşmasına neden olacaktır. Yani, zamanın durduğu iki bölge. Deliğin elektrik yükü arttıkça iç olay ufku büyümeye,çekimden kaynaklanan dış olay ufku ise küçülmeye başlar. Alabileceği en fazla yükle yüklendiğinde ise, iki olay ufku çakışarak birbirlerini yok edip olay ufkunun kalkmasını ve tekilliğin çıplak olarak görünmesini sağlar.
Fakat burada önemli olan bir husus,böyle bir karadeliğin evrende bulunabileceğinin beklenmemesidir. Çünkü Elektromanyetik kuvvet alanları o kadar güçlüdür ki, her yöne doğru, birçok ışık yılı uzaklıktaki yıldızlar arası gaz ve toz bulutlarının atomlarını kolayca ayırarak yörüngelerindeki elektronları itip artı yüklü çekirdeği de kendine çekerek nötr duruma gelir. Bu sefer deliğin, artı yükle yüklendiğini düşündüğümüzde ise, çevresindeki eksi yüklü elektronları kendine çekerek aynı şekilde yüksüz hale gelir.
III. olarak,biraz önce bahsedildiği gibi yine elektriksel olarak yüksüz ve durağan bir karadeliği göz önüne alalım. Deliği döndürmeye başladığımız taktirde yine ikinci bir olay ufku açığa çıkacaktır. Bunun nedeni de tıpkı merkezkaç kuvvetinde olduğu gibi,dönmesiyle çekim kuvvetine direnmesidir. Deliğin dönme hızı artarsa,içindeki olay ufku artmaya ,dış olay ufku ise daralmaya başlayacaktır. Dönme maksimum hıza ulaştığında ise,iki olay ufku üst üste çakışarak ortadan kaybolur ve yüklü karadeliklerde olduğu gibi yine çıplak tekillik oluşur. Fakat yüklü olan türle olan benzerliğine karşın, bu türün Tekilliği,dönme eksenine dik ve ekvator düzleminde halka şeklinde olmaktadır.
Daha sonra karadeliklerin ayrı uzay-zaman noktalarını birbirlerine bağlama özelliği ortaya konunca,diğer ikisinde hangi yönden yaklaşılırsa yaklaşılsın sonsuzca eğrilmiş uzay zaman tarafından parçalanmasına karşın bu türde ancak yandan,yani ekvator düzleminden yaklaşmakla parçalanmanın gerçekleşebileceği bunun dışındaki başka bir açıdan yaklaşıldığında ise, sonsuz eğrilmiş uzay zamandan etkilenmeden halka tekilliğinin içinden geçebilme şansı tanıdığı ortaya çıkmıştır (belli bir açı ile tekilliğe girme şartı ile).
Ayrıca bu tür karadelikler küresel biçimde olmayıp dönme hızına bağlı olarak,ekvator bölgeleri şişkin haldedir. Şu an için kendi etrafında saniyede on bin kez dönen böyle bir karadelik bilinmektedir.İki olay ufuklu sistemlerde var olan ayrı bir özellik de ufukların ortasında uzayın soyut olmasın karşın, iç olay ufku ile tekillik arasındaki uzayın bizim uzayla aynı olmasıdır.
Güneş’in tam 2.95 katı olan bir karadeliğin schwarzchıld ile olay ufkunun yarı çapları özel bir hal olarak aynı uzunlukta olup üst üste çakışık durumdadır.Bu durumda da karadeliğin donmuş yüzeyi aynı zamanda onun olay ufku olur.
Bununla birlikte başlangıçta evreni oluşturan tüm maddenin aynı anda ve aynı yerde olmasından dolayı büyük patlamadan 10 üssü (-20) sn lik zaman parçası içinde bu aşırı yoğun bölgelerin sıkıştırılmasıyla birlikte, mini karadeliklerin oluşabileceği hesaplanarak her ışık yılı küplük hacimde böyle üç yüz yapının olabileceği ortaya çıkmıştır.Bu mini karadeliklerin ortalama yarıçapları bir proton boyutundaki 10 üssü (-13) cm,ağırlıkları da yaklaşık olarak Everest Dağı’nın ağırlığına eşit 10 üssü (15) gramdır.
Bize en yakın böyle bir karadeliğin yaklaşık 1.6 trilyon km uzaklıkta olduğu düşünülmektedir. Güneş’e yaklaşacak bir karadeliğin var olduğunu göz önüne alırsak,buharlaşmadan ya da Güneş’ten etkilenmeden içinde hareket ederek, kütle yutup çok büyük ölçekte enerji üreterek ve onun içinde büyüyerek daha büyük bir karadelik olarak ayrılabilir.
Ayrıca bunun gibi ya da daha büyük bir yapının Güneş’e çarpması veya yakın bir yörüngede konuşlanması da Güneş’e ait tüm maddeyi hortumlayıp onu karadelik içinde yok edebilir. Bu durumda da Beyaz cüce halinde mevcudiyetini devam ettireceğini düşündüğümüz Güneş’in bir karadelik olması bu şekilde söz konusu olabilmektedir.
Böyle bir durumun evrende olup olmadığı çift yıldız sistemleriyle (bunlar evrende bolca vardır.)açıklanabilir.Ki bu sistemde bildiğimiz normal bir yıldız ile ondan önce ömrünü tamamlayarak çökmüş bir karadelik bulunmaktadır. Karadeliğin olay ufku zarına yakalanan yıldızın sahip olduğu hidrojen ve helyum gazlarının (ki kolay çözünürler) karadeliğin yüzeyindeki yakalanma girdabında helisler çizerek milyarlarca derece ısınıp x ışını yayınlaması ile olay anlaşılmaktadır.
Bu x ışını yayımı beyaz cücelerde ve nötron yıldızlarında da vardır. Fakat ayırt edici özelliği beyaz cüce olmayacak kadar küçük ve onlar kadar parlak olmamaları, nötron yıldızı olamayacak kadar da düzenli aralıklarla x ışını yaymamalarıdır.
Böyle tehlikeli olabilecek bir cismin, şu anda galaksi merkezinden 9 ışık yılı uzaklıktan bize doğru saniyede 50 km.’lik hızla yaklaşmakta olduğu tesbit edilmiştir. Bundan kurtulduğumuzu düşünsek dahi, galaksimizin merkezindeki şiddetli olayların neden olduğu dev kütleli ve çok hızlı dönen bir karadeliğin içine sürüklenip onda yok olmamız da çok çok yüksek olasılıklar içindedir.
Alınan radyasyonla ispatlanmış olan bu karadelikler Güneş kütlesinin 10 üssü(6) ile10 üssü(9) katı arasında kütle içerirler.Bununla beraber, yapılan gözlem ve hesaplamalar yüz bin ışık yılı genişliğindeki galaksimizin kendi ekseni etrafında 250 milyon yılda tamamladığı dönüşünün nedeninin de galaktik sistemin dışında yer almış bir karadeliğin korkunç şiddetteki çekim gücünden kaynaklanmakta olduğunu düşündürmektedir.
Yerleşik anlayışımızı zorlayan karadeliklerin daha iyi anlaşılması için Toskana kırlarında gezerken Ünlü fizikçi A.Einstein’ ın zihninde uyanan şu iki soruyu kendimize sormamız gerekecektir.
İlki: “Acaba bir ışık dalgası üzerinde yolculuk etseydik dünyayı ve evreni nasıl algılardık?” ikincisi ise, “bu durumda dışarıdaki bir gözlemci bizi nasıl görürdü?”
Bu sorular,karadeliğe doğru hareket eden bir gözlemci ile ona dışarıdan bakan ayrı bir gözlemcinin birbirlerini ve çevrelerini nasıl algılar sorusu ile eşdeğer olduğu için, bir ana uzay gemisi ve ana gemiden de ayrı bir aracın karadeliğe doğru gönderildiğini düşünelim. Ayrıca bu süreç içinde hem duran,hem de hareket halindeki gözlemcilerimiz birbirlerine her saniye birer sinyal göndersinler. Dıştan bakan gözlemci ilkin hiçbir şey fark etmez ve gönderdiği her saniyelik sinyale karşılık gelen sinyalleri aynen almaya devam eder (çünkü değişimler ışık hızına çok yaklaştıkça açığa çıkmaktadır). Fakat hareketli olan karadeliğe yaklaşmaya başladıkça, dıştaki gözlemciye gelen sinyallerin zaman aralığı yavaş yavaş artmaya, gelen ışığın dalga boyu da kırmızıya kayarak kızıl renkte görünmeye başlar. Bunun nedeni çekimin yol açtığı etkinin fotonlar üzerindeki belirtisidir; yani enerjisini azaltmaktadır. Tıpkı,Dopler etkisi olarak bilinen yasaya göre,evrenin genişlemesiyle birlikte bizden uzaklaşan cisimlerin gönderdiği ışınların,hız nedeniyle kırmızıya kayması gibi. Başka bir deyişle, araç karadeliğin olay ufkuna yaklaştıkça,dıştaki gözlemci her saniyeye karşılık,sırasıyla artan bir zaman aralığıyla sinyalleri almasıyla beraber, aracın boyutlarının küçüldüğünü ve kütlesinin de arttığını gözlemler.Ve tam araç olay ufku sınırına geldiğinde ise, bu zaman genişlemesi 1 saniyeye karşılık sonsuz bir süreye uzayarak (ki zaman durmuştur artık) bu uzay zaman ağında (sadece zaman parametresini göz önüne aldığımız taktirde) aracın donmuş görüntüsünü algılar hale gelir.Bu durumda da aracın boyutları sıfır, kütlesi ise sonsuz olur.
Şimdi de araçtaki bir gözlemci,dışarıyı nasıl algılar onu görelim. Öncelikle o da anormal bir şeyle karşılaşmaksızın hareket etmesine rağmen, çekim etkisi arttıkça (gelen sinyallerin dalga boyları kısalarak mavi renge doğru kayar), geride bıraktığı cisimlerin kenarlarını önünde görmeye başlar. Nedeni de hareketin (çekimin) yol açtığı uzay zamanın eğilip bükülmesidir. Işık hızına yakın bir sürate ulaştığında ise her şeyin sıkışıp küçücük dairesel pencereye dönüştüğünü ve baktığı uzayın kütlesinin azalarak şeffaflaştığını,boyutların uzayıp arttığını ve zamanın da hızlandığını görür. Tam olay ufkunda ise,hızı ışık hızına ulaşarak (olay ufkuna giren tüm nesneler,çekim etkisiyle sırasıyla moleküllerine,atomlarına,parçacıklarına ve nihayetinde fotonlarına yani en temel bileşenlerine ayrılıp ışık hızıyla hareket etmektedirler.) kütlenin sıfır, zaman ve boyutların da sonsuz olmasıyla,dairesel pencerede kapanarak Tekillik de yok olur.
Evrenin gizlerinin saklı olduğu bu noktada tüm tarih tüketilmiş, uzay ve zaman,madde ve enerji anlamını yitirmiş olur. Artık burada,bilimin yasalarından, dolayısıyla Einstein denklemleri ve quantum mekaniğinden söz edilemez.Fiziğin bitip fikir yürütmenin başladığı bu boyutta,madde ve enerji yerini fokur fokur kaynayan kaotik bir yapıdaki Kuantum Köpüklerine bırakır.

Gelişimin adresi...
Yukarı Dön
gelisenbeyin Açılır Kutu Gör
Yönetici
Yönetici
Simge
gelişime dair ne varsa.. Yahya KARAKURT

Kayıt Tarihi: 01-Ocak-2006
Konum: Istanbul
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 4737
  Alıntı gelisenbeyin Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 29-Ocak-2007 Saat 11:58
....KARADELİKLER....... (3)........

Genel rölativite teorisi, devinen ağır cisimlerin, uzayın eğriliği içinde ışık hızıyla yol alan dalgalanmalar şeklinde kütlesel çekim dalgaları yayınına neden olacağını söylemektedir. Bunlar elektromanyetik alan dalgalanmaları olan ışık dalgalanmalarına benzemesine karşın, ayırt edilmeleri çok zordur ve ışık gibi, kendisini yayınlayan nesnelerden enerji alıp götürürler.
Bu yüzden de büyük kütlelerden oluşmuş bir sistemin, zamanla durağanlıkta karar kılması beklenebilir. Çünkü, her türlü devinim enerjisi, çekim dalgalarının yayımlanmasıyla uzaklaşıp gidecektir. Tıpkı suya atılan mantarın önce inip çıkmasına karşın, yayılan halkaların enerjisini uzağa taşıdıkça devinimini azaltıp sonunda durağanlaşması gibi.
Bununla birlikte, kuantum fiziğindeki çift oluşması denen olaya göre yüksek enerjili gamma ışınlarının enerjilerini E=m.c2 denklemlerine uygun bir biçimde parçacık ve karşı parçacık çiftlerine dönüşürler. Yani bir gamma ışını (fotonlar) bir başka fotonla çarpışarak yerinde bir parçacık çifti oluşturmaktadır. Uzayın boş olarak düşündüğümüz boyutlarında bu parçacıklar her an var olup yok olurlar. Ve bunların çok kısa süreler içinde ortaya çıkıp kaybolmaları yüzünden gözlenemediklerinden, gerçekte yok olmalarına karşın edimsiz çiftler olarak mevcutturlar.(Bunlar deneysel olarak ispatlanmıştır.)
Bu kavram ışığında, proton boyutlarında tümüyle çökmüş maddeden oluşmuş bir milyar ton kütleli bir mini karadeliğin çevresinde, bu edimsiz parçacıkların sürekli bir biçimde ortaya çıkıp yok olmaları ve karadeliğin boyutlarının da çok küçük olduğu göz önünde bulundurulursa, bu çiftlerden biri, karadeliğin içine girerken, eşi, yalnız kalan parçacık kuantum, mekaniksel yönden yok olmayarak gerçek dünyada, gerçek bir parçacık olmaya zorlanır ve evrenin en uzak köşelerine gitmekle özgür halde bırakılır. Uzaktan bakan bir gözlemci de ,bu parçacığın karadelikten çıkmış görünümünün neden olduğu şaşırtıcı bir yargıyla karadeliklerin parçacık yayınladığını düşünecektir. Bununla birlikte, doğanın enerji dengesinin korunması nedeniyle de bu parçacıkların yaratılması için gerekli olan enerjinin bir yerlerden gelmesi gerekmektedir ki, bu da açık kaynak olarak karadeliğin çekim alanının enerjisidir.
Bu yüzden parçacık yaydıkça da karadelik, enerji ve E=m.c2 itibariyle de kütle yitirir. Başka bir deyişle, yayılan her 1 kg.’ lık parçacık için karadeliğin kütlesi de 1 kg. azalarak zamanla buharlaşmaya başlar.
Bir karadeliğin parçacık ya da enerji yayma hızı, deliğe bir sıcaklık değeri verilerek tanımlanır. Yıldız büyüklüğündeki karadeliklerin sıcaklığı, derecenin milyonda biri kadar (mutlak sıcaklığın –273,16 derece olduğu düşünülürse, ne kadar soğuk olduğu anlaşılır) olduğundan (ayrıca çekim alanının çok yüksek olmasından ) parçacık kaçma olasılığı çok zayıf görünmektedir. Dolayısıyla böyle bir karadeliğin buharlaşıp yok olma süresi milyarlarca yıl iken, mini karadeliklerin buna kıyasla çok daha azdır.
Deliğin boyutların küçüldüğünden oluşan çiftlerden biri karadeliğin olay ufkunun içine girerken,diğerinin kaçma olasılığı yüksektir. Bundan dolayı da karadeliğin kütlesi ne kadar küçükse, bu olayın etkisi daha fazla olacağı için parçacık yayımlaması da o kadar fazla olacaktır. Bu da bu tür kardeliklerin sıcaklığının çok yüksek olacağını gösterir.
Gerçekten de bir trilyon madde içeren bir ilk karadeliğin (evrenin başlangıcında oluşan mini karadelikler) sıcaklığı 1 milyar derece iken, delik küçüldükçe bu değer artmaktadır. Sonuç olarak karadelik küçüldükçe,ısınacak ve daha çok parçacık yayımlayacak, parçacık yayımladıkça daha da küçülecek ve küçüldükçe de …
Buharlaşıp patlayıncaya değin bu kısır döngü böylece devam edip gidecek ve son 1/10 sn içinde de karadeliğin tüm enerjisi 10 milyon tane 1 megatonluk hidrojen bombasının (ki 1 hidrojen bombası atom bombasının yaklaşık 1400 katıdır) aynı anda patlamasına eşdeğer bir güçle patlayarak gamma ışınlarına dönüşecektir.
Böylesine büyük bir enerji Ayı toz haline getirmeye ve tozları güneş sisteminin her yanına dağıtmaya yeterlidir. 1 milyon tonluk mini bir karadelik otuz yıl içinde tümüyle buharlaşıp patlamasına karşın,kütlesi 1 milyar ton olan bir karadelik de yaşamını 300 milyon yıl sürdürür. Kütleleri 4 milyar tondan daha büyük olanları ise, yavaş yavaş buharlaşmalarından dolayı günümüzde de varlıklarını sürdürebilmektedirler.
Güneşin tam 2,95 katı olan bir karadeliğin schwarzchıld yarıçapı ile olay ufkunun yarıçapı özel bir hal olarak aynı uzunlukta olup üst üste çakışık durumdadır. Dolayısıyla, karadeliğin donmuş yüzeyi aynı zamanda onun olay ufku olur. Çift olay ufuklu karadeliğin dış ile iç olay ufukları arasında uzay soyut iken iç olay ufku ile tekillik arasındaki bölgeye geçilince, tekrar bizim uzay zaman boyutlarına geçerek iç olay ufkunun yarıçapı uzunluğu reel olur.
Fakat, schwarzchıld karadeliklerinde, karadeliğin kütlesi olay ufkunun ardında kalıp soyut olacağından (ki diğer karadeliklerde de aynıdır ) yani böyle kütlesel bir tanım bize göre, bizim var kabul edişimize göre mevcut olacağından, tek yönlü zarın arkasına geçerek yolculuk yapan birisi ezilmek üzere merkeze doğru çekildiğinde, önünde kendisini başka bir sona götürecek madde yığınıyla karşılaşmaksızın hareketine devam edecektir.
Ayrıca evrende, makrokozmostan mikrokozmosa her şey kendi çevrimleri içerisinde kurtdelikleri içerir.
Dolayısıyla insan da,anne karnındaki bir akdelikten dünyaya gelip büyür yaşar ve sonucunda da karadeliğine gömülerek aslına rücu etmeye başlar. Günümüzde sayılı bazı bilim adamları da (mesela Poul Davies gibi) parçacıklar adı altında olanın gerçekte evrenin o boyuta çökmüş birer karadelik olduğunu (*1) (Elektromanyetik alan parçacığı olan fotonlara da aynı şekilde alttaki evrenimizin tünel uçları olan kurt delikleri olarak bakılabilmektedir.) belirtmeleriyle birlikte John Wheeler de daha temel düzeydeki evrenin dokusunun kuantum köpüğü adını verdiği kurtdelikleri olduğunu söylemektedir. Başka bir deyişle schwarzchıld karadeliklerindeki gibi mini karadelikler ve akdelikler olan fotonlar.
Yani evrenimizi mikroskopik olarak gözden geçirebilseydik, üç boyutlu uzayın tüm anlamını yitirerek uzay zaman örgüsünün kuantum köpüğü denilen,oluşan ve gözden kaybolan,devamlı hareket halinde fakat asla ilerlemeyen veya gerilemeyen baştan başa durağan ve zamansız olup,bitmek tükenmek bilmeyen bir etkinlikle dolu solucan deliklerinden oluşmuş bir dantel gibi olduğunu görürdük.
Biraz daha açarsak, uzay, üzerinde uçan bir pilota göre düz bir okyanusa benzer, fakat üzerine düşen talihsiz bir kelebek için çalkantılı bir karmaşadır. Daha yakından bakıldığında da tüm yapının her tarafı solucan delikleriyle doluncaya kadar daha çok karışık olduğu görülür ve bu delikler uzaydaki her noktanın,diğer bütün noktalarla oyuk bir fincan kulbunun fincan içindeki iki ayrı bölgeyi birleştirmesi gibi bağlar.
Bu noktadan bakıldığında da elektromanyetik ve gravitasyonel kuvvetlerle diğer iki kuvvetin kuantum köpüğüne tesir edip sakin bir göle atılmış bir kayanın meydana getirdiği dalgaların örneğine benzer bir titreşim meydana getirerek,çekirdek altı parçacıklar diye belirttiğimiz şeylerin, bu titreşim modelleri ya da dalgalar olduğunu görürüz. (Yani elektromanyetik olarak oluşmuş üç boyutlu holografik görüntüler).Bunlardan bazıları proton,bazıları nötron,diğer bazıları ise kuark…vb.dir. Bu dalgalar, atomları meydana getirmek üzere birbirlerine etki ederek, atomlar,molekülleri,moleküller de fiziki dünyanın maddesini meydana getirmektedir.
Böylece garip bir biçimde kayalar ve yıldızlar, sadece Hiçlikteki bu dalgalanmalardan ibaret olurlar. Başka bir deyişle; fiziki gerçekliğin temel yapı taşları bizim onları bildiğimiz anlamda nesneler olmayıp mini karadelik ve akdelikler olarak göz önüne alınan uzayın bir bölümündeki hafif bükülmenin bir yerçekimi alanını başka bir yerdeki farklı cinsten bir eğriliğe sahip dalgalı bir geometri bir (maddeye göre var saydığımız belli skaladaki dalgalar olan) elektro manyetik alanını,eğriliği fazla düğümlenmiş bir bölgede parçacık gibi hareket eden bir yük, kütle enerji yoğunluğunu ifade ederek her şeyin hiçliğin kendisi olan (ki varlık yokluğun ta kendisidir) bu eğrilikten (geometriden) ibaret olduğunu belirterek kuantum köpüğündeki dalgalanmalar şeklindeki madde kavramının, boş uzay zaman ile Tek ve aynı şey olduklarını göstermektedir.
Nasıl gravitasyonel ve elektromanyetik dalgasal kuvvetler,maddi nesneler ve parçacıkların arasındaki etkileşimlerden oluşmuşlarsa, algılar ve diğer zihinsel görüntüler de beyin (duygular ve vücut) ile ,onu çevreleyen gerçek dünya arasındaki etkileşimlerden oluşmuştur. Bu yüzden gözlemler,algılar ve tüm evrenin temel özelliklerinin maddi değil, zihinsel olduklarını söyleyebiliriz.
Böyle bir anlayış da bizi,dışımızda var kabul ettiğimiz karadelik-akdelik (kurtdelikleri) gibi kavramların ötelerde,haricimizdeki bir ortamda değil (çünkü onlar orada yer almıyorlar) bilincin örtünerek dışta var kabul ettirdiği bir yanılsama olduğu gerçeğine götürüp her şeyin her şeyle bağlantılı olduğunu ve bunun bilincin bir özelliği olduğunu gösterir. Dolayısıyla,zihnimiz,özümüz olan bilincimizin kurtdeliğine sıçrama yapabilseydi, dördüncü boyuttan tüm evrenimizin bir kağıt gibi dürüldüğünü görürdük ve bir mistiğin “bilinçliliği evreni kapsamakta olan bir insan için evren kendi “bilinci” olur,bu arada fiziksel bedeni de “Evrensel Aklın” belirişi şekline dönüşür. Kendi içsel görüntüsü en yüce gerçekliğin bir ifadesi olur, kendi sözü de sonsuz gerçekliğin ve kuvvetin bir yansıması haline gelir.” sözleriyle ifade ettiği biçimde evrenimizi göklerin, arzın ve dağların emanetlenemediği yükü sahiplenerek algılardık.
Dinsel bir bakış açısında:
Hz İsa (a.s), kendisine “Bize Baba’yı göster” diyen havarisi Filipus’u “bunca zamandır sizinle birlikteyim,Beni hâlâ tanımadın mı” diye biraz azarlayıp “size söylediğim sözleri kendiliğimden söylemiyorum; ama bende yaşayan Baba kendi işlerini yapıyor. Ben Babadayım,Baba Bendedir. Beni gören Babayı görmüştür.”ifadeleriyle, sistemi kısaca dile getirirken, Hz Muhammed (s.a.v) de bunu en vurucu hali ile “Nefsini bilen Rabbini bilir.” sözü ile özetlemiştir.

Gelişimin adresi...
Yukarı Dön
gelisenbeyin Açılır Kutu Gör
Yönetici
Yönetici
Simge
gelişime dair ne varsa.. Yahya KARAKURT

Kayıt Tarihi: 01-Ocak-2006
Konum: Istanbul
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 4737
  Alıntı gelisenbeyin Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 29-Ocak-2007 Saat 11:58
....KARADELİKLER....... (4)........

Karadeliklerin doğasını daha iyi anlamak için, Einstein’in genel görelilik kuramını ve dolayısıyla alan kavramını göz önünde bulundurmamız gerekir. Çünkü evrensel çekim kuvveti, Newton’un ortaya koyduğu gibi, iki kütle arasındaki kuvvetin bu iki kütle ve aralarındaki uzaklığa bağlı bir büyüklük değil, bu kuvvete kaynaklık eden gökcisminin oluşturduğu eğri uzayın geodeziklerini izlemesi şeklinde ifade edilir. Başka bir deyişle bir cismin çevresindeki çekim alanı, yine o cismin içinde bulunduğu uzay- zaman yapısını bükmesi, burması ile oluşur. Bu nedenle kütle çekimi dediğimiz şey, uzay-zamanın kendisinden kaynaklanan bir özelliktir (durumdur).
Bunu kafamızda canlandırabilmemiz için uzayı sadece eni ve boyu olan iki boyutlu bir yüzeyle temsil edilen çarşaf gibi düşünüp dümdüz (ki bu gerçekte üç boyutlu uzayı temsil etmekte) gergin biçimde bir arkadaşımızla iki ucundan sıkıca tutalım. Şimdi bu yüzeye bir elma konulduğunda çarşaf hemen gerginliğini kaybederek elmanın kendi etrafında üçüncü boyuta (yani gerçekte dördüncü zaman boyutuna) çökmesine neden olacaktır. (1) Elma yerine bir karpuz koyduğumuzda ise ellerimizdeki gerginlik biraz daha artarak karpuzun ağırlığıyla ilgili olarak çarşaf biraz daha çökecektir. Karpuz yerine ağır bir gülle konulduğu takdirde de çarşafın yüzeyi o kadar çökecektir ki, artık ucundan elle tutmak bile zorlaşacaktır. Çünkü cisimler kütleleri ile doğru orantılı bir biçimde yüzeyi eğriltip bükmektedirler. Eğer güllenin ağırlığı çarşafın dayanma sınırından fazla ise o zaman çarşaf bir külah halini alıp yırtılacaktır.
Bunu uzay zamana monte ettiğimizde ise, yırtılmayla beraber ya evrenin (çarşafın) başka bir bölgesiyle birleşecek ya da ayrı evrenler (çarşaf düzlemine paralel diğer çarşaflar)olarak nitelendirilen yapılarla huni biçiminde bağlantı kuracaktır. Bununla birlikte bir misketi alıp çarşafın yüzeyine fırlattığımızda, misket iki boyutlu yüzeyde ilerlemesine karşın üçüncü boyutta oluşturduğu çukur ve neden olduğu eğik yüzey etrafında dairesel harekete zorlanacaktır. İşte Güneşi çarşaf yüzeyine konan karpuz, dünyayı da misket olarak düşünürsek, dört boyutlu uzay-zamanda yerküremiz dümdüz hareket etmesine karşın üç boyutlu uzayda, dördüncü boyuta olan eğrilik yüzünden dairesel hareket ederek sanki aralarında çekim kuvveti varmış gibi algılanmasına neden olmaktadır. Başka bir deyişle çekim eğrilik biçiminde açığa çıkmaktadır. Dolayısıyla madde; uzay-zamanın nasıl büküleceğini, uzay-zaman ağıda; maddenin nasıl davranış sergileyeceğini belirler.
Tüm bunları göz önüne aldığımızda, aslında gravitasyonel (yerçekimi) kuvveti, cisimlerin uzay-zamandaki hareket şekillerinin oluşturmuş olduğu bir yanılsamadır. Bir adım daha ilerlersek, evrende asıl var olan sadece ve sadece uzay-zamandır. Madde (dağ, taş, sandalye,...) ve enerji (dört temel kuvvet) ise, gerçekte var olmayıp uzay-zaman kumaşındaki birer buruşukluktan, eğrilikten, büğrülükten ibarettir. Yani madde ve enerjinin her biri bu uzay-zaman kumaşında bir yumruğa, tümsek ve çukura karşılık gelir. Bu nedenle güneşin etrafında dönmekte olan dünyamız, gerçekte bir uzay-zaman çukuru etrafındaki eğimde yol almakta olan daha küçük bir çukurdur. Beyaz cüce ve nötron yıldızları bu çukurların yani eğimin en güçlü olduğu yerler iken, karadelikler ise, uzay-zaman ağının, kumaşının delindiği yırtıldığı yerlerdir. Bu yırtığın oluşturduğu uzay-zaman kumaşındaki aşırı bükülmeler (buruşukluklar), karadeliklerin o muazzam çekim güçlerine karşılık gelmektedir. Bu durumun en büyük ispatlarından biride, kütlesi sıfır yani kütlesiz fotonların (yada elektromanyetik dalgaların)büyük gök cisimlerinin yanından geçerken yollarından sapmalarıdır. Eğer gerçekten çekim gücü (kuvveti) bildiğimiz klasik anlamda mevcut olsaydı, fotonların (Elektromanyetik dalgaların) bu gök cisimlerinin yanından geçtiklerinde hiç etkilenmemeleri gerekirdi. Oysa durum bunun tam tersidir. Demek oluyor ki, fotonlar(elektromanyetik dalgalar) Newtonsal çekim etkisiyle değil, gök cisimleri tarafından meydana getirilmiş eğri uzayı takip etmelerinden ötürü sapmaya uğramışlardır. Yada hareket ettikleri uzay eğrildiği için fotonlarda doğal olarak o uzayla birlikte bükülürler.
Böylece, eğri uzay-zamanın içinden geçen ışık ışınları da, yolundan ayrılarak bükülür. Bu yüzden de örneğin, güneş tutulması sırasında güneşin yanında görülen yıldızlar gerçekteki yerlerinden biraz sapmış (kaymış) olarak görünmektedir.
Bununla birlikte uzay-zaman eğriliğinin bir başka özelliği de,özel rölativite teoreminde olduğu gibi fiziksel kavramların hıza bağlı değişimlerinin ona eşdeğer çekim altında da gerçekleşmesidir. Tıpkı, bir cismin ışık hızına yakın bir süratte sahip olacağı kütlenin,eşdeğer çekim altında da (kütleyi hızlandırmadan) aynı ölçüm sonucunu vermesi gibi...
Dolayısıyla uzay-zaman eğriliğinin (çekiminin) fazla olduğu yerdeki zamanın da dıştan bakan gözlemciye göre yavaşladığını söyleyebiliriz. Yani, uzayın derinliklerinde, tüm çekim kaynaklarından uzaktaki saatler normal hızda ilerlerken çekimin yoğun olduğu bölgelere yaklaşıldığında, çekimsel eğrilik nedeniyle saatler normalden daha yavaş ilerler. Bununla ilgili olarak, bir binanın alt katındaki saatlerin, üst kattakilerden ve yeryüzünden gittikçe uzaklaşan tüm saatlerden daha yavaş çalıştığı deneysel olarak gösterilmiştir.
Tüm bunların ışığında karadeliklere tekrar dönersek, yıldızı oluşturan parçacıklar arasındaki çekim kuvveti üstün gelmeye başlayınca çökme hızlanır. Saniyeler içinde elektronlar, nötron ve protonların birbirlerinin içine girmesiyle yıldızın boyu olağan dışı küçülür. Çekim kuvveti, yıldızın hacmini küçülttükçe yıldızın çevresindeki uzay-zaman eğriliği de gittikçe artar. Bunun sonucu olarak da yıldız yüzeyinden ayrılan ışınlar da giderek daha büyük oranda eğilmeye başlarlar. Bu bükülme sonunda öyle bir kritik aşamaya gelinir ki, tüm ışınlar tekrar yıldız yüzeyine geri dönerler. Yıldızdan çıkan ışınlar ne yönden olursa olsun eğri uzay zaman tarafından geri döndürüleceğinden, yıldız simsiyah kesilir ve hiçbir cisim ışıktan hızlı hareket edemeyeceği için de (fakat bu algıladığımız evren için geçerlidir) artık yıldızdan dış evrene hiçbir şey kaçamaz ve sonucunda çekim öylesine güçlü hale gelir ki, yıldız tam anlamıyla evrenden yok olur.
Işığın artık kaçamayacağı kritik yarıçapa olay ufku, yıldızın çökerek bir karadelik oluşturması için meydana gelecek büyüklüğe de “schwarzchıld” yarıçapı denir. Her ne kadar olay ufkundan bahsederken sanki burada somut bir şey varmış gibi algılansa da gerçekte burada fiziki yada maddi olan hiçbir şey yoktur. Burada sadece sonsuz bir biçimde bükülmüş, eğrilmiş uzay-zamandan yada mutlak boşluktan başka bir şey yoktur. (2) Buna “saf kütle çekim topuda” denilmektedir. Bununla birlikte olay ufkunun ardında ne olup bittiğini anlamanın hiçbir yolu yoktur. Bu ufkun ardında kimseyle haberleşemezsiniz. (Mesaj gider, ama oradaki mesaj asla gelmez) Çünkü orası, bizim uzay zamanımızdan soyutlanarak evrenimizin bir parçası olmaktan artık çıkmıştır ve yıldız da olay ufkunun altında tüm kütlesini merkezdeki sıfır hacimde ve sonsuz yoğunluktaki bir DÜŞSEL TEKİLLİK noktasında toplamaya yönelik çökmesine devam eder.
Bir karadelik ne kadar kütleli ise, yoğunluğu da o kadar fazladır. Eğer Güneş bir karadelik olabilseydi schwarzchıld yarıçapı 3 km, güneşin 150 milyar katı kütleye sahip olan Samanyolu Galaksisinin 450 milyar km ve tüm algılayabildiğimiz evrende kapalı bir evren haline getirecek kadar madde bulunmuş olsaydı onun da yarı çapı 300 milyar ışık yılı kadar olacaktı. Ayrıca yapay bir karadelik oluşturmak için de 1600 ton demiri cm’ nin yüz milyonda birine sıkıştırmak gerekirdi. Bununla beraber, eğer dünyamızın tüm kütlesi 1 cm yarıçaplı bir misket içine sıkıştırılabilseydi, suyun yoğunluğunun santimetre küpte bir gram olduğu yerde dünyanın beş gram olan yoğunluğunu trilyar kez artırmış olurduk. Bir karadelik yaratmak için ya bir nesneye çok büyük kütle eklemek yada hiçbir kütle eklemeyip sadece o nesnenin boyutlarını dolayısıyla çapını olabildiğince küçültmemiz gerekir. Bu durumda cismin kütlesi sabit olmasına karşın yoğunluğu artacaktır. Çünkü bir cismin sahip olduğu kütlesel çekim kuvveti o cismin kütlesiyle doğru, cisimden olan uzaklığının karesiyle ters orantılıdır. Yani, cisme olan uzaklık arttıkça çekim kuvveti azalmakta, yaklaştıkça artmaktadır. Mesela bir top büyüklüğündeki cismi milyon kez küçülttüğümüzde, cismin yarı çapı da küçüleceğinden cismin yüzeyindeki çekim kuvvetini de bir önceki durumuna göre milyon kere milyon artırmış oluruz. Bunun ilginç yanı, dünya böyle halde iken Ay’ın yine onun çevresinde dönmesini sürdürebilmesidir. Ay’daki bir insan bu misketi asla göremezdi, fakat çekimini algılayabilirdi. Aynı şekilde güneş de beyaz cüce olma durumuna geldiğinde yakın gezegenleri yutmasına karşın (bu sırada kuvvet dengelerinin bozulmadığını varsayarsak), dış gezegenler yörüngelerinde hareket etmeye devam ederdi. Ancak gerçekten kuvvet dengeleri bozulacağı için dış gezegenler dağılarak güneş sisteminin dışına itilirler.
Çünkü evrende önemli olan hacim değil, kütledir. Yani bir şey hacimce ne kadar büyük olursa olsun, eğer kütlesi seyrekse başka deyişle yoğunluğu az ise, kendinden daha yoğun olan fakat çok küçük bir kütlenin çekimine kapılmak durumundadır. Bununla beraber Güneş’ten üç defa büyük çöken bir yıldızın, karadelik haline gelmesi benzer değişle yıldızın çökme hızının ışık hızına ulaşması, saniyenin 67 milyon birinde, güneşten on kat daha kütleli bir yıldız için saniyenin 4 milyonda biri, milyon kez daha büyük bir yıldızın da çökme süresi diğerlerine göre oldukça uzun bir dilim olan saniyenin dörtte biri kadar olmaktadır.
Karadeliklerin doğasını daha da derinden algılamak için, karadeliğe doğru hareket eden bir gözlemci ile ona dışarıdan bakan ayrı bir gözlemcinin birbirlerini ve çevrelerini nasıl algıladıklarını bilmek amacıyla bir uzay gemisinin olduğunu ve ana gemiden de ayrı bir aracın karadeliğe doğru gönderildiğini düşünelim. Ayrıca bu süreç içinde de hem duran, hem de hareket halindeki gözlemcilerimiz birbirlerine her saniye mavi renkli bir sinyal göndersinler. Dıştan bakan gözlemci ilkin hiçbir şey fark etmez ve gönderdiği her saniyelik sinyale karşılık gelen sinyalleri aynen almaya devam eder (çünkü değişimler ışık hızına çok yaklaştıkça açığa çıkmaktadır). Fakat hareketli olan karadeliğe yaklaşmaya başladıkça, dıştaki gözlemciye gelen sinyallerin zaman aralığı yavaş yavaş artmaya,mavi renkli ışığın dalga boyu da kırmızıya kayarak kızıl renkte görünmeye başlar. Bunun nedeni çekimin yol açtığı etkinin fotonlar üzerindeki belirtisidir. Yani enerjisini azaltır. Tıpkı, Dopler etkisi olarak bilinen yasaya göre,evrenin genişlemesiyle birlikte bizden uzaklaşan cisimlerin gönderdiği ışınların hız nedeniyle kırmızıya kayması gibi. Başka bir deyişle araç karadeliğin olay ufkuna yaklaştıkça, dıştaki gözlemci her saniyeye karşılık, sırasıyla artan bir zaman aralığıyla sinyalleri almaya başlar ve tam araç olay ufku sınırına geldiğinde,bu zaman genişlemesi 1 saniyeye karşılık sonsuz bir süreye uzayarak (ki zaman durmuştur artık) bu uzay zaman ağında aracın donmuş görüntüsünü algılar hale gelir. (3)
Şimdi de araçtaki bir gözlemci, dışarıyı nasıl algılar onu görelim. Öncelikle o da anormal bir şeyle karşılaşmaksızın hareket etmesine rağmen, çekim etkisi arttıkça (gelen sinyallerin dalga boyları kısalarak mavi rengin üstündeki renk yelpazelerine kayar), geride bıraktığı cisimlerin kenarlarını önünde görmeye başlar. Nedeni de hareketin(çekimin) yol açtığı uzay zamanın eğilip bükülmesidir. Işık hızına yakın bir sürate ulaştığında ise, her şeyin sıkışıp küçücük dairesel pencereye dönüştüğünü ve baktığı uzayın kütlesinin azaldığını (şeffaflaştığını) boyutların uzayıp arttığını ve zamanın da hızlandığını görür.
Tam olay ufkunda ise, hızı ışık hızına ulaşarak (olay ufkuna giren tüm nesneler, çekim etkisiyle sırasıyla moleküllerine, atomlarına, parçacıklarına ve nihayetinde fotonlarına yani en temel bileşenlerine ayrılıp ışık hızıyla hareket ederek, enerji, mikrodalga aslına dönerler.) kütlenin sıfır, zaman ve boyutların da sonsuz olmasıyla, dinsel verilerdeki gök katlarının kitabın sayfalarının dürülmesi gibi, dairesel pencerede kapanarak TEKİLLİKTE yok olur. Yani, evrenin tüm tarihi tüketilmiş, uzay-zaman, madde, enerji de anlamını yitirmiş olur.
Dıştan bakış açısına göre, karadeliğin olay ufkundaki cismin donmuş görüntüsünün algılanmasına karşın, hareketli olan cisim olay ufkunun ardına geçerek ışıktan hızlı takyon boyutuna girer. Burada soyut olan zaman, somut, somut olan uzay da soyut hale dönüşür (ve bilinen tüm yasalar ters işler). Bu boyutta zaman başka deyişle Nedensellik ilkesi ters işlediğinden, hareketli cisim merkeze doğru ilerledikçe tükenmiş olan evrenin tarihi, gelecekten geçmişe doğru akmaya başlar ve karadeliğin tam merkezine ulaştığında ise evrenin ilk oluşum anındaki safhaya ulaşır. Ve burası aynı zamanda karadelik küresinin tam merkezi, kurt deliğindeki hortumun da tam orta noktasıdır. Yolculuktan anlaşıldığı üzere bu nokta da evrenimize ve evrenlere ait tüm bilgi en ufak detayına kadar mevcuttur. Yine bu nokta da başlangıç ve son birleşiktir daha doğrusu aynıdır. Dolayısıyla bu nokta da evrenimiz ve evrenlere ait son hareket bellidir. Sonraki süreçte ise (olay ufuklarını bir huniye benzetirsek, huni hortumlarının birleştiği bu nokta dan), hortumun diğer bölümüne doğru hareket ederken evren soyut (takyonik) olarak zamanda ileri doğru akmaya başlar ve everenin sonu geldiğinde diğer kurt deliğinin olay ufkunda takyon enerjisi bildiğimiz anlamda enerjiye dönüşüp safha-safha yoğunlaşırken zamanda gelecekten geçmişe doğru giderek evrenin herhangi bir uzay ve zamanına geri döner ve orada açığa çıkar.
Şimdi de bu nokta ya madde planından giderek değil de, direkt tepe nokta dan bakacak olursak; bu nokta evren ve evrenlere ait bütün programlara sahip bir biçimde big-bang nokta ve noktaları olarak kainatı meydana getirir. Benzer bir ifadeyle; Mutlak Bilince ait hülyalı düşünceler bu nokta ile beraber filizlenerek big-bang patlamalarıyla önce bildiğimiz türden enerji boyutunda sonrada sırasıyla yoğunlaşarak algılayıcısına göre maddesel evrenleri meydana getirmektedirler.
İşte evrenimiz, t=0 anı olan bu nokta ile 10 üssü (-43) saniye arasında soyut bir halde süper uzayda iken, 10 üssü (-43) sn de Süper Uzay sona ererek soyut haldeki enerji Planck kütleli akdelik noktasının olay ufkundan bildiğimiz anlamda kuantlaşma ile birlikte enerji ve madde şekline dönüşür.
Konunun daha iyi anlaşılması için tekrardan maddesel boyuttan yola çıkarsak; 10 üssü (-33) cm çaplı Planck aralığı yada karadeliğin tam olay ufkuna geldiğimizde bildiğimiz uzay-zaman yapısı ortadan kalkıp tek bir nokta olarak süper uzaya açılırız. Bu boyutta ise, bizim evrenle birlikte sonsuz evrenlere ait big-bang noktaları bulunur. Bu noktalara bir açıdan baktığımızda bunlar tünellerin ağzıdır. Dolayısıyla süper uzayın girişi tünellerin ağzından meydana gelmiş bir yapıdır (dokudur) diyebiliriz. Bu boyutta noktalar bir diğerinin aynısı olduğu için her bir tünelde de diğer tüm tünellere ait olan bilgiler mevcuttur. Bizim evrene ait olan big-bang noktası yada bu tünelin ağzından içeri girdiğimizde (ki bunların hepsi boyutsal iniştir) evrenimize ait tüm oluşlar deminde dediğimiz gibi sonsuz gelecekten geçmişe akarak bize göre t=0 anında en başa döner. Yalnız t=0 sınırında süper uzayın tavanında görünen tüm tünellerde bu nokta da birleşirler ki buraya mistik dille “Nur üstüne Nur” denmektedir. Yani öyle bir nokta düşünelim ki, süper uzayın tabanı olan bu noktadan huni biçiminde sonsuz tüneller çıkmakta ve süper uzayın tavanı olan tünellerin ucundan (ağzından) big-bang patlamalarıyla somut enerji ve maddesel evrenler oluşmakta.
t=0 anından öncesinde ise ne olduğuna bilim cevap verememektedir. Bunun cevabını sufizm de buluyoruz. Mistisizm bu noktanın öncesinde, bize göre soyut olarak ifade ettiğimiz takyonlara bile soyut bir boyut olan mana boyutunun olduğunu söyler. Resulullah da “Allah var idi ve Onunla birlikte hiçbir şey yok idi” şeklinde ki ifadesiyle bu boyutta Allah’ın kendi kendine var olduğunu belirtmektedir. Bir başka anlamda burası Salt İlim boyutudur. Bu boyutta kesinlikle bir yaratılmışlık söz konusu değildir ve yaratılmışlığa ait olan tüm olaylarda şekilsiz ve suretsiz bir biçimde burada mevcuttur. Yaratılma bu t=0 anından itibaren başlamıştır. Gerçi bu andan itibaren tüm boyutlarda da Ondan ayrı bir şey yok fakat bu boyutlar yoktan var edilmiştir. Üstelik bunlar bile bize göre anlatımlardır.
Bununla birlikte; dini terminolojide Hz Muh(sav) in miraç hadisesinde, Sitrei Münteha olarak isimlendirdiği ve Cebrail (as) ın “bir adım daha atarsam yanarım” (ki varlığım bir üst boyut itibariyle devam eder anlamında) dediği bu nokta, tüm enerji biçimlerinin sona erip bittiği ve Allah’a ait olan manaların başladığı sınırdır ki, bu boyutta zaman kavramının her türüne yer yoktur. Çünkü bu sonsuz ve sınırsız boyuttaki zaman birimi “An” olarak ifade edilmektedir.
Burada çok önemli bir husus da; manaların enerjiye yani soyuttan somuta dönüştüğü ilk anda, sınırda ki sonsuz-sınırsız enerji boyutunda da yine zaman ve mekanın varlığı mevcut değildir. Bu yapıda da zaman birimi “An” dır ve her şey yine şekilsiz ve suretsiz bir biçimde bir Bütün olarak mevcuttur. Uzay-zaman dediğimiz şey, bu ilk andaki Bilinçli Enerjinin çeşitli oranlarda, terkiplerde yoğunlaşması sunucu big-bang patlamalarıyla bildiğimiz enerji ve madde biçiminde görünmesiyle meydana gelmiştir. İşte tam bu t=0 anı olarak kabul ettiğimiz ve tüm sonsuz tünellerin birleşim noktası olan bu nokta da ki sonsuz enerjiye mistik dille Allah’ın Kudret Sıfatının mazharı olarak Ruhu Azam, İlim Sıfatının mazharı olarak Aklı Evvel (Kozmik Bilinç), Kimliğine de Hakikatı Muhammediye ismi verilmektedir. Dışarıdan bu nokta (aslında böyle bir şey olmaz ama anlatım sadedinde) 0 (Hiçlik) noktası olarak algılanırken, aynı şeye içeriden bakıldığında bu noktanın sonsuz-sınırsız bir Bilinç ve Enerjiye sahip bir yapı olduğu görünür. işte Kainattaki tüm yaratılmışlar varlığını ve bilincini bu Melekten alırlar.
Bu konuyu ünlü İslam mistiği Şebüsteri ise şöyle ifade etmektedir. “Bütün devir, günler, aylar, yıllar tek bir noktanın içine toplanmış, bir ana sığmış. Ezelle ebed birbirinin aynı. Başladığı noktadan itibaren dönüp duran şu devran, binlerce şekle bürünüp görünmekte. Her noktada bir dönüş başlamakta,ve yine o noktada bitmekte, merkezde O, bu dönüş de dönende O”.
alıntı

Gelişimin adresi...
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50 [Free Express Edition]
Copyright ©2001-2008 Web Wiz