gelisenbeyin.net Ana Sayfa
Forum Anasayfası Forum Anasayfası > Bilim ve Teknoloji > Bilim ve Teknik
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  SSS SSS  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Güneş Sistemi ve Uzay Sözlüğü

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
  Konu Arama Konu Arama  Konu Seçenekleri Konu Seçenekleri
syl@r Açılır Kutu Gör
Süper Üye
Süper Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 02-Mayıs-2007
Konum: Kirikkale
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 148
  Alıntı syl@r Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: Güneş Sistemi ve Uzay Sözlüğü
    Gönderim Zamanı: 06-Ağustos-2007 Saat 16:15
Giriş - Güneş Sistemi
Güneş Sistemi, Güneş ve etrafında dolanan gökcisimlerinden oluşur. Bu gökcisimleri, sekiz gezegen, bu gezegenlerin toplamda 100’e yakın sayıda uydusu, cüce gezegenler küçük gezegenler, büyük çoğunluğu Kuiper Kuşağı’ndan gelen kuyrukluyıldızlar ve göktaşlarıdır.



Güneş Sistemi’ndeki gezegenler, yapılarına ve Güneş’e uzaklıklarına göre kayasal ve gaz devleri olarak iki gruba ayrılıyorlar. Kayasal gezegenler yani Merkür, Venüs, Dünya ve Mars, gaz devlerine göre küçük ve kayalık yapıda olan gezegenler.

“Küçük gezegenler” ya da asteroitler, kayalık gezegenlerle gaz devlerinin arasında, bir kuşakta dolanırlar.
Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’se, büyük ve gaz yapıda olan gezegenler. Yakın zaman öncesine kadar bir gezegen sayılan Plüton, bu gruplardan ikisinin de dışında kalır. Çünkü yapısı ve boyutları, daha çok Kuiper Kuşağı’ndaki gökcisimlerininkine benzer.

Kuiper Kuşağı, Neptün’ün yörüngesinin ötesinde bir kuşak gibi; Oort Bulutu’ysa sistemin en dışında bir küre gibi sistemi çevreler.

Güneş Sistemi
Evrendeki Adresimiz
Güneş Sisteminin Oluşumu

Güneş Sistemi’nin oluşumunda başlıca etkenin kütleçekimi olduğunu söyleyebiliriz. Kütleçekimi olmasaydı, evrendeki madde bir araya gelemez, büyük kütleler oluşturamaz, dolayısıyla ne gezegenler ne Güneş, ne de Güneş Sistemi oluşabilirdi.

Güneş sistemindeki gezegenler bir yana, gökadamızdaki yıldız sistemleri, hatta evrendeki gökadalar kütleçekimiyle birbirlerine bağlıdır.

Gökadamızı oluşturan milyarlarca yıldız, kütlenin yoğunlaştığı gökada merkezinin çevresinde yavaş yavaş döner. Güneş Sistemimiz, gökadanın merkezi çevresindeki bir turunu yaklaşık 250 milyon yılda tamamlar.

Samanyolu, “Yerel Küme” olarak adlandırılan gökada kümesinin bir üyesidir. Bu küme 30’dan fazla gökada içerir.



Yerel Küme, Virgo ya da Başak süperkümesinin içinde bulunur. Virgo Süperkümesi, yaklaşık 100 gökada kümesi içerir. Gökada süperkümelerini, evrenin en temel yapıtaşları olarak düşünebiliriz.

Evrendeki adresimizi tarif etmemiz gerekseydi, gezegenimizin tam adresi şöyle olacaktı: Evren, Başak Süperkümesi, Yerel Küme, Samanyolu Gökadası, Güneş Sistemi, Dünya.


Güneş Sistemi
Güneş Sistemi'nin Oluşumu
Güneş’in Oluşumu

Güneş Sistemi’nin oluşumu, bulutsuda maddenin yoğun olduğu bölgelerde, gazın ve tozun kendi kütleçekiminin etkisiyle belli bölgelerde yoğunlaşmasıyla başladı.

Merkezde yoğunlaşan büyük miktarda madde Güneş’i oluşturmak üzere sıkışmaya başladı. Sıkıştıkça basıncı ve sıcaklığı artan gaz bulutu sıcaklığın etkisiyle parlamaya başladı.



Sıkışma daha da arttığında, yıldızın çekirdeği yaklaşık 15 milyon derece olan kritik sıcaklığa ulaştı. Bu sırada hidrojen atomu çekirdekleri helyum atomu çekirdeklerine dönüşmeye başladı. Bu aşamada Güneş, kendi enerjisini üretebilen dev bir termonükleer reaktör haline geldi.

Güneş’in çekirdeğindeki tepkimelerin yarattığı ışınım, dışa doğru bir basınç yarattı ve bu basınç büzülmeyi durdurdu. Böylece Güneş, ömrünün büyük bir bölümünü geçireceği kararlı döneme girdi.

Yıldızımız, yaklaşık 4,5 milyar yıldır bu evreyi yaşıyor. Güneş kütlesindeki bir yıldızın nükleer yakıtı, yaklaşık 10 milyar yıl süresince parlamasına yeter.

Güneş

Güneş sıradan bir yıldız. Ama bizim için önemi büyük. En başta, bizim yaşam kaynağımız. Güneş, öteki yıldızlara göre bize çok yakın olduğu için, Güneş gözlemleri bize öteki yıldızları anlamamız için ışık tutar.

Güneş, çok büyük oranda hidrojen, daha az miktarda helyum içerir. Daha ağır elementlerse çok az miktarlarda bulunur. Güneş’teki enerji, çekirdeğindeki hidrojenin helyuma dönüşmesi sonucunda ortaya çıkar.



Güneş, Güneş Sistemi’ndeki kütlenin % 99.86’sını içerir. Güneş’in iç yapısına bakacak olursak, 6 katmandan oluştuğunu görebiliriz. Çekirdek, Işınım Bölgesi, Isıyayım Bölgesi, Işıkküre, Renkküre ve Taç.

Çekirdek, Güneş’e enerjisini veren termonükleer tepkimelerin gerçekleştiği merkezdir. Buradaki sıcaklık 15 milyon dereceyi bulur. Çekirdekte ortaya çıkan enerji, ışınım bölgesinden ısıyayım bölgesine yaklaşık 170.000 yılda geçer. Çekirdekten kaynaklanan yüksek enerjili gama ışınımı, ısıyayım bölgesinden geçtiğinde sıcaklığı 2 milyon dereceye düşmüş olur. Bu bölgede ısı, kaynayan bir çorbadaki gibi, sıcak plazmanın katmanın altından üstüne taşınmasıyla iletilir.

Işıkküre, Güneş’e baktığımızda gördüğümüz katman olduğu için, “Güneş’in yüzeyi” olarak da bilinir. Öteki katmanlara göre çok ince olan ışıkküre yaklaşık 500 km kalınlıktadır. Bu katmanın sıcaklığı 5500 derecedir.

Güneş’e, güneş filtresi takılmış bir teleskopla baktığımızda, bazen üzerinde lekeler görürüz. Güneş’in görünen katmanı olan ışıkküredeki bu lekeler, yüzeyin öteki bölgelerine göre biraz daha soğuk olduğu bölgelerdir. Bu bölgelerin soğuk olmasının nedeni, buradaki gaz fışkırmalarıdır. Gazlar, Güneş yüzeyinden fışkırdığında yoğunlukları düşer ve soğurlar. Bizde baktığımızda birkaç yüz derece daha soğuk olan bu bölgeleri leke şeklinde görürüz.

Güneş parlamaları, gaz yapısında olan yüzeydeki sıcak gazların manyetik alanın da etkisiyle püskürmesi sonucu oluşur. Işıkkürenin dışında yer alan renkküre ve uzaya doğru milyonlarca kilometre uzanan taç katmanları, ancak Güneş tutulmaları sırasında gözlenebilir. Işıkkürenin dışında, sıcaklık yüksekliğe bağlı olarak artar ve 2 milyon derece gibi yüksek değerlere ulaşır.

SOHO ve TRACE gibi uydularla yapılan gözlemler yüzeydeki manyetik etkinliğin bundan sorumlu olduğunu gösterdi.

Gezegenlerin Oluşumu

Güneş Sistemini oluşturan bireyler, bir bulutsunun çocuklarıdır. Ancak bu bulutsu, ilkel evrende olduğu gibi yalnız hidrojen ve helyumdan oluşmuyordu. Ağır elementler de içeriyordu. Gezegenler ve yeryüzündeki yaşamın oluşması bu sayede mümkün oldu. Bu elementlerden demir ve ondan daha hafif olanları yıldızların içinde; demirden ağır olanlarıysa süpernova patlamaları sırasında oluştu.

Gezegenler, merkezde oluşan Güneş’in çevresinde artakalan gaz ve tozdan meydana geldi. Bu toz ve gaz bulutu, başlangıçta Güneş’in çevresinde dönen, bir disk biçimini aldı.


İlkel Güneş Sistemi’nde, toz parçaları bir araya gelerek “kondrül” denen küçük göktaşlarını oluşturdular. Kondrüller birbirleriyle ve çevrelerindeki toz parçalarıyla birleşerek “kondrit” denen göktaşlarını oluşturdu. Günümüzdeki göktaşlarının büyük bölümü de kondritlerdir. Kondritler birleşerek son aşamada “gezegencik” denen ilkel gezegenlere dönüştüler. Gezegencikler oluştuğunda artık ortada fazla gaz ve toz kalmamıştı.

Sıcak ve küresek yapıda olan gezegenciklerin büyüklükleri Ay’ınkinden çok daha küçüktü. Bir zamanlar gaz ve toz diskinin yer aldığı düzlemde çok sayıda gezegencik oluştu.

Gezegenciklerin çoğunun yörüngesi birbiriyle kesiştiğinden, zamanla birleşerek daha büyük cisimleri oluşturdular. İlk gezegenciklerin oluşumundan sonra, yaklaşık 10 milyon yıllık bir süreçte, geriye kalan gezegencikler de “gezegen” denen bu büyük kütleli gökcisimlerince yakalandı. Geriye, az sayıda gezegen ve belli yörüngelerde dolanan göktaşları kaldı.

Gaz devlerinin oluşumu, kayasal gezegenlerinkine benzer olmakla birlikte, Güneş’e uzaklıkları nedeniyle biraz daha farklı gelişti. Sistemi oluşturan bulutsunun iç katmanları, Güneş’in yaydığı ısının ve ışınım basıncının etkisiyle gazlardan arındırılmıştı.

Soğuk olan dış bölgelerdeyse su ve katı halde bulunabilen gazlar buz halinde bulunuyordu. Bu bölgelerde bulunan ve büyük oranda buz içeren gezegencikler, bir araya gelerek dev gezegenlere dönüştüler. Bu gezegenler büyüklükleri ve güçlü kütleçekimleri sayesinde çevrelerindeki gazı kendilerine çektiler. İşte bu nedenle dış bölgelerde bulunan gezegenler büyük oranda gaz içerir.

Neptün’ün de ötesindeki soğuk bölgede kalan ve Güneş sistemini oluşturan diskten artakalan maddenin bir bölümü Kuiper Kuşağı’nda bulunuyor. Bu kuşak, toplam kütlesi yaklaşık Dünya kütlesi kadar olan çok sayıda gökcismini içeriyor. Plüton, Eris ve kuyrukluyıldızlar gibi gökcisimleri de bu bölgede bulunuyor. Kuiper Kuşağı, Güneş’ten 30 ile 50 astronomi birimi arasında uzaklıkta yer alıyor. Kısa dönemli kuyrukluyıldızlar bu bölgeden geliyor.

Daha da ötede, Güneş sistemini küresel olarak çevreleyen, Oort Bulutu yer alıyor. Uzun dönemli kuyrukluyıldızlar, zamanlarının büyük bölümünü burada geçiriyorlar.

Güneş Sistemi
Güneş Sistemi’nin Üyeleri - Gezegenin Tanımı
Gökyüzündeki bazı nesnelerin yıldızlara göre hareketli olduğu binlerce yıldır biliniyor. Eski Yunanlılar, gökyüzünde dolaşan bu nesnelere “asteres planetai” (gezen yıldızlar) demişler. Ancak, o zamanlar her şeyin Dünya çevresinde dolandığı sanıldığından, bir gökcisminin gezegen olması için gökyüzünün yıldızlardan oluşan fonunda hareketli olmasının yeterli olduğu düşünülüyordu.

1800’lerin ortalarından sonra, Güneş Sistemi, 9 gezegen ve çok sayıda küçük gezegenden oluşan bir sistem olarak kabul ediliyordu. Bunların yanı sıra, kuyrukluyıldızların da Kuiper Kuşağı olarak adlandırılan ve Neptün’ün yörüngesinin ötesinde bulunan bir kuşakta yoğunlaştığı düşünülüyordu. Kuiper Kuşağı, 1992 yılına kadar yalnız kuramsal olarak öngörülüyordu. 1992’den sonra, Plüton’un yörüngesini de içine alan bu bölgede birtakım buzlu gökcisimleri keşfedilmeye başlandı.



İşte bu kuşağın keşfinden sonra, Plüton’un durumu sorgulanmaya başlandı. Ardı ardına keşfedilen, Sedna ve Quaoar gibi büyüklükleri Plüton’unkine yaklaşan Neptün-ötesi cisimler, tartışmaları iyice alevlendirdi.

29 Temmuz 2005’te keşfi duyurulan ve adı Eris konan gökcismi, bardağı taşıran damla oldu. Çünkü Eris, Plüton’dan büyüktü. Gökbilimciler, gelişen teleskoplar ve görüntüleme teknikleri sayesinde benzer gökcisimlerinden daha yüzlercesinin keşfedilebileceğini düşünüyorlar.

Bu gelişmeler üzerine, Uluslararası Astronomi Birliği (IAU), Ağustos 2006’da gezegenin yeni bir tanımını yaptı. Buna göre bir gökcisminin gezegen sayılabilmesi için, başlıca üç koşulu yerine getirmesi gerekiyor. Birinci koşul, gezegenin bir yıldızın çevresinde dolanması. İkinci koşul, gezegenin kütlesinin onun yuvarlak bir biçim alması için yeterli olması. Üçüncü koşulsa “komşuluğunu temizlemiş olması” yani, yörüngesi civarında kendine benzer başka gökcisimlerinin bulunmaması.

Bu tanıma göre daha önce bir gezegen sayılan Plüton, şimdi bu tanımının dışında kalıyor. Çünkü komşuluğunu temizlemiş durumda değil. Yörüngesi civarında kendisine benzeyen çok sayıda gökcismi bulunuyor.

Birinci ve ikinci koşulu yerine getiren, ancak üçüncü koşulu yerine getiremeyen, yani komşuluğunu temizleyememiş olan gökcisimlerine “cüce gezegen” deniyor. Bu tanıma göre Plüton, Eris ve eskiden bir küçük gezegen olan Ceres “cüce gezegen” sınıfına giriyor.

Güneş Sistemi
Güneş Sistemi’nin Üyeleri - Kayasal Gezegenler
Merkür

Merkür, yaşam için hiç de uygun bir gezegen değil. Çünkü buradaki koşullar çok çetin. Atmosferinin çok ince oluşu ve Güneş’e çok yakın konumda bulunması nedeniyle gezegenin C arasında değişiyor.C ile 430 yüzeyindeki sıcaklık, -170



Merkür’ün en ılımlı koşullarına sahip olan yerleri kutup bölgeleri. Merkür’ün ekseninin neredeyse hiç eğik olmaması sayesinde, gezegende mevsimler yaşanmıyor. Yani, tam kutup bölgesine Güneş ışınları yatay olarak geliyor.

Merkür, yörüngedeki bir turunu yaklaşık 88 günde tamamlıyor. Merkür, Güneş’in çevresinde görece çabuk dolanmasına karşın, çok yavaş dönüyor. Gezegenin bir dönüşü 176 Dünya günü, yani yaklaşık 2 Merkür yılı sürüyor.

Merkür atmosferi, Güneş rüzgârının etkisi altında. Böyle bir ortamda, kalıcı bir atmosferin oluşması beklenemez. Atmosfer çoğunlukla güneş rüzgârıyla Güneş’ten taşınan hidrojen, helyum ve az miktarlarda öteki gazları içeriyor.

Merkür’ün yüzeyi tıpkı Ay’ın yüzeyi gibi. Küçük ve kayalık bir gezegen olan Merkür’ün yüzeyi, çeşitli büyüklüklerde göktaşlarının çarpması sonucu oluşmuş kraterlerle kaplı. Caloris, bu kraterlerin en büyüğü. Büyük olasılıkla bir küçük gezegenin çarpması sonucu oluşmuş.

Venüs

Adını Romalıların aşk ve güzellik tanrıçasından alan Venüs, Dünya’ya hem uzaklık hem de boyutları bakımından en yakın gezegen.



Venüs, yaklaşık 243 Dünya günüyle, Güneş sisteminde dönme süresi en uzun olan gezegen. Üstelik tüm öteki gezegenlere göre ters yönde, yörüngede dolanma yönüne ters (saat yönünde) dönüyor. Yani Venüs’te Güneş batıdan doğup doğudan batıyor.

Jeolojik içyapısı da Dünya’yla benzerlik gösterse de, gezegen, atmosferindeki koşullar bakımından Güneş sisteminin en zorlu koşullara sahip gezegeni. Bu özelliklerinden dolayı, Venüs hiçbir canlı türü için yaşanılabilecek bir yer değil.

Atmosferin ana bileşeni olan karbon dioksit, Güneş’in ısısını tutarak, çok güçlü bir sera etkisi yaratıyor. Bu C’ye kadar çıkabiliyor. Kalınnedenle gezegenin yüzey sıcaklığı yer yer 480 bulut katmanındaki sülfürik asit damlacıkları, saatte 380 km hızla esen rüzgârlarla gezegenin her yanına taşınıyor. Atmosfer basıncıysa Dünya’nınkinin yaklaşık 90 katı civarında.

Venüs yüzeyinin yaklaşık %90’ı volkanik bir kaya olan bazalttan oluşuyor. Gezegen, Volkanik bakımdan çok etkin olduğu için yüzeyin genç kayaçlardan oluştuğu düşünülüyor. Sülfürik asit yağmurları nedeniyle, yüzeyde önemli ölçüde erozyon meydana geliyor.

Dünya

Dünya, kayalık gezegenlerin en büyüğü ve en yoğunu. Yüzeyinde sıvı halde su bulunduran tek gezegen. Suyun sıvı halde bulunabildiği 0 ile 100 derece sıcaklık aralığı, Güneş Sisteminde pek rastlayamayacağımız bir özellik. Bu nedenle, yeryüzü bu gezegenler arasında farklı bir yere sahip. Bu sular, yeryüzünün yaklaşık %70’ini kaplıyor.



Yaşamı barındırdığı bilinen tek gezegen olan Dünya’daki dengeler çok hassas. Bu dengelerde meydana gelen her değişim canlıları olumsuz etkiliyor. İnsanların neden olduğu değişimler, günümüze kadar birçok canlı türünün yok olmasına yol açtı.

Canlılar için tehlike oluşturabilecek dış etkenler de var. Geçmişte, bunun örnekleri yaşanmış. Göktaşı çarpmaları, en büyük yıkımlara yol açan olaylar. Ancak, bu tür olaylar çok seyrek meydana geliyor. 65 milyon yıl önce dinozorlarla birlikte çoğu canlı türünün yeryüzünden silen çarpışma,

Yeryüzünü öteki gezegenlerden ayıran önemli özelliklerinden biri de yerkabuğunun, öteki kayalık gezegenlerin tersine, hareketli yapıda olması. Depremler ve yanardağ etkinlikler, yerkabuğunu oluşturan levhaların hareketi sonucunda meydana geliyor.

Atmosfer yaşamı destekleyen en önemli unsurlardan biri. Dünya atmosferi, büyük oranda azot, yaklaşık %20 kadar oksijen ve çok daha düşük oranlarda su buharı, argon, karbon dioksit ve çok az oranlarda öteki gazları içeriyor. Bu karışım, yeryüzünde şu anda var olan yaşamı destekliyor.

Ay

Ay, gezegenimizin tek doğal uydusu olan Ay’ın ekseni çevresinde bir dönüşü yaklaşık 27,5 gün sürer. İşin ilginç yanı, bu süre Dünya çevresinde dolanma süresine eşittir. Yani, buradan bakıldığında Dünya hiç batmaz.



Bu durum, Ay’dan bakıldığında Dünya’nın gökyüzünde sabit kalmasına yol açarken, Dünya’dan bakıldığında da, Ay’ın hep aynı yüzünün görülmesine neden olur. İşte bu nedenle, birtakım evrelere girmesi dışında, Ay’ın o alışkın olduğumuz görüntüsü hiç değişmez.

Bunun nedenini anlamak için milyarlarca yıl öncesine gitmek gerekiyor. Henüz oluşum aşamasındayken, yani, Ay’ın yüzeyi henüz tamamen sertleşmeden önce, Ay’ın Dünya çevresinde dolanırken etkisi altında bulunduğu merkezkaç etkisi buna neden olmuş.

Ay’ın oluşumunu açıklamaya çalışan birçok varsayım var. Bunlardan en çok kabul göreni, Dünya henüz oluşum aşamasındayken, Mars büyüklüğünde bir cisimle çarpıştığı, bu çarpışmadan artakalan parçaların da Ay’ı oluşturduğu yönünde.

Çekirdeği, ergimiş kaya ve demirden oluşan Ay’ın büyük bölümü kayalık yapıda. Ay’ın belirgin yüzey şekilleri, kraterler ve deniz olarak adlandırılan geniş düzlükler. Bu düzlükler, Ayın oluşumundan bir süre sonra, kraterlerin içlerinin lavlarla dolması sonucu oluşmuş. Elbette, bu arada milyarlarca yıl geçmiş olduğu için, çok sayıda daha küçük göktaşı da düzlükleri yeniden şekillendirmiş.

Atmosferi yok denecek kadar ince olan ve yüzeyinde su bulunmayan Ay, yaşam için hiç uygun koşullara sahip değil.

Mars

Mars’a ilişkin ilk ayrıntılı bilgiler, Viking 1 ve Viking 2 adlı uzay araçlarından geldi. Yörüngede dolanan ve yüzeye inen araçlar Dünya’ya on binlerce fotoğraf gönderdi. Bununla da kalmayıp, Mars toprağını ve atmosferini incelediler. Ayrıca gezegende olabilecek canlılar da araştırıldı. Ancak, herhangi bir canlı izine rastlanmadı.



Mars’a yapılan ilk uçuşlarda suyun izine rastlanmamış olsa da bir zamanlar bolca bulunduğunu düşündüren ipuçları bulundu. 1997 yılında gezegene ulaşan Pathfinder adlı araçla birlikte Mars’ta yeni bir dönem başlamış oldu. Pathfinder’ın taşıdığı ve Dünya’dan yönetilen bir hareketli uzay aracı bilim adamlarına Pathfinder’ın çevresinde istedikleri yere gidip inceleme yapma olanağı tanıdı. Pathfinder’la yapılan araştırmalar, Mars’la ilgili bildiklerimizi pekiştirdi. Pathfinder’ı n gözlemleri suyun varlığını doğrudan saptayamamış olsa da, birçok önemli ipucu içeriyordu. Hatta aracın indiği Ares Vallis bölgesinde bir zamanlar ciddi bir sel akıntısı meydana geldiği açıkça görülebiliyordu.

Bilimadamları, gezegende bir zamanlar yüzeyi yaklaşık 1 km kalınlıkta örtebilecek miktarda suyun bulunduğunu hesaplıyorlar. Bu kadar çok miktardaki suyun yeraltına çekilmiş olması olanaklı görülmüyor. Bunun için, bilimadamları çeşitli varsayımlarda bulunuyorlar. Atmosferdeki ve kutup buzullarında bulunan suyun bu miktarın yaklaşık % 5’ini oluşturduğu düşünülüyor. Milyarlarca yıl önce gezegenin yüzeyinde sıvı olarak bulunduğu düşünülen suyun büyük bölümü, çeşitli etkiler yüzünden uzaya kaçmış olmalı. Geriye kalan suyun da yeraltında ve kayaların yapısında bulunduğu sanılıyor.

Geçmişte yapılan ve hala süren Mars uçuşları sayesinde, günümüzde gezegende sanılandan daha fazla su bulunduğu anlaşıldı. Daha önce, Mars’ın kuzey kutbunda su bulunduğu gözlenmişti. Güney kutbunun üzerindeki buz takkesininse yalnız karbon dioksit buzu olduğu düşünülüyordu. Ancak, Mars Express’in özel kameralarıyla elde ettiği veriler, güney kutbunda da önemli miktarda buz halinde su bulunduğunu gösterdi.

Mars’taki en belirgin yüzey şekli, 4000 km’den uzun olan ve derinliği 6 km’yi bulan kanyon sistemi, “Denizler Vadisi” olarak adlandırılan Valles Marineris. Bu vadi sistemi o kadar belirgin ki, Henüz Mars’a uzay araçları gönderilmeden önce, onun “Marslılar” tarafından yapıldığı öne sürülmüştü. Bu vadi, büyük oranda kabuk hareketleri sonucu oluşmuş. Ancak, yine bu vadinin belli bölgelerinde ve gezegenin yüzeyinin pek çok başka bölgesinde, sıvı haldeki suyun oluşturduğu izler bulunuyor. Bilim adamları, günümüzden yaklaşık 3,5 milyar yıl önce, gezegende büyük sel baskınlarının olduğunu düşünüyorlar. Şimdi, bu suyun nereye gitmiş olabileceği araştırılıyor.

Güneş sisteminin en büyük yanardağı da Mars’ta bulunuyor. Bu, 600 km çapı ve 25 km’lik yüksekliğiyle, etkinliğini kaybetmiş Olimpus Yanardağı’dır.

Mars’ın atmosferi, yaklaşık % 95 oranında karbon dioksit, % 3 oranında azot, % 2 oranında öteki gazları içerir. Gezegenin yüzeyindeki atmosfer basıncı, Dünya’dakinin yaklaşık 100’de biri kadar.

Mars, kırmızı rengini, toprağında bol miktarda bulunan demirden alıyor. Yüzeyden rüzgârlarla kalkan toz, atmosferin de kırmızı renk almasına yol açıyor.

Güneş Sistemi
Güneş Sistemi’nin Üyeleri - Gaz Devleri
Jüpiter

Jüpiter, öteki tüm gezegenlerin toplam kütlesinin 2,5 katında kütleye sahip. Dolayısıyla da sistemin en büyük gezegeni. Gezegenin iç yapısı küçük, kayalık bir çekirdek ve bunu saran metalik hidrojenden oluşuyor. İç mantonun etrafındaki dış manto, sıvı halde hidrojen ve helyum içeriyor.



Dış mantoyu saran gaz katmanı, yine büyük oranda hidrojenden oluşuyor ve atmosfer olarak adlandırılıyor. Jüpiter, bu haliyle, Güneş’inkine benzer bir bileşime sahip.

9 saat 55 dakika süren dönüşü, gezegenin atmosferinde güçlü fırtınalara yol açar. Bunların en ünlüsü olan Büyük Kırmızı Leke, yaklaşık Dünya çapında ve yüzyıllardır sürüyor.

Jüpiter, çok güçlü bir manyetik alana sahip. Öyle ki, bu alanın gücü, Dünya’nınkinin yaklaşık 20.000 katı. Güneş’ten gelen elektrik yüklü parçacıklar, bu manyetik alanda yakalanarak Jüpiter’in kutuplarında kutup ışıklarına yol açıyor.

Satürn’ünki gibi belirgin olmasa da Jüpiter’in de bir halka sistemi var. Halkaların, gezegenin uydularına çarpan göktaşlarının neden olduğu enkazdan oluştuğu sanılıyor.

Jüpiter’in dört büyük uydusu, “Galileo uyduları” olarak adlandırılıyor. Bu uyduların en büyüğü Ganymede, aynı zamanda Güneş sisteminin de en büyük uydusu. Öyle ki, Merkür’den bile daha büyük. Galileo uydularıyla birlikte, gezegenin bilinen 63 uydusu var. Bu uyduların çoğunun gezegen tarafından yakalanmış küçük gezegenler yani asteroitler oldukları düşünülüyor.

Jüpiter’e en yakın olan uydu Io, Güneş Sistemi’nde volkanik bakımdan en etkin gökcismi. Bunun nedeni, Jüpiter’in yarattığı gel-git etkisi. Bu etki o kadar güçlü ki, neden olduğu hareketler uydunun ısınmasına yol açıyor. Uydunun yüzeyi, kabuğun altından gelen lavlar nedeniyle sürekli yenileniyor. Yanardağlardan püsküren kükürtlü lavlar nedeniyle sarı-turuncu tonlarında görünen Io, tıpkı bir pizzayı andırıyor.

Europa, katı bir yüzeye sahip olsa da, Güneş sistemindeki çoğu uydunun tersine düzgün bir yüzeye sahip. Yüzeyinde neredeyse hiç krater yok. Bu da, uydunun yüzeyinin sürekli yenilendiğini düşündürüyor. Yüzeyde, kraterler yerine uzun çatlaklar bulunuyor. Uydunun yüzeyini yaklaşık 5 km kalınlıkta bir buz katmanı kaplıyor. Bunun altındaysa, 50 km, belki de daha derin su kütlesinin bulunduğu sanılıyor.

Ganymede, Güneş sisteminin en büyük uydusu. Europa’dakilere pek benzemese de bu uydunun yüzeyinde de açık tonlu izler var. Bu izler uzun ve geniş. Büyük olasılıkla kabuğun hareketlerinden kaynaklanıyor. Yüzeyde göktaşı çarpması sonucu oluşmuş kraterler var. Ancak bu kraterler sanki bir buza sert bir cisimle vurulmuş gibi görünüyor. Bu da kabuğun kayayla birlikte önemli miktarda buzdan oluştuğunu gösteriyor. Uydunun kabuğunu altındaysa kalın bir su buzu katmanı bulunuyor.

Callisto, yapısı bakımından Ganymede’e benziyor. Ancak, uydunun yüzeyinin çok eskiden şekillendiği belli. Çünkü Callisto, Güneş Sistemindeki en kraterli gökcismi. Bu da onun en eski yüzeye sahip olduğunu gösteriyor. Jüpiter’e uzak oluşu, onun hızlı soğumasındaki en büyük etkenlerden biri.

Satürn

Güneş sisteminin ikinci büyük gezegeni olan Satürn’ün yapısı Jüpiter’inkine benzerlik gösterse de, kaya ve buzdan oluşan çekirdeği onunkine göre daha küçük. İç mantonun dışındaki sıvı hidrojen dış manto, gaz halindeki atmosferin içine karışarak kayboluyor. Satürn’deki bulutlar da Jüpiter’inkine benzer yapıda; ancak, bunlar üzerlerindeki pus katmanınca gizleniyor.



Satürn’ün ilginç özelliklerinden biri, yoğunluğunun düşük olması. Bu, büyük oranda gazdan oluşan bir gezegen için çok da beklenmedik bir durum değil. Onu öteki gezegenlerden ayıran öteki gezegenlerin hiçbirinin yoğunluğunun yeryüzündeki suyunkinden düşük olmayışı. Ancak, bu durumuna karşın, Satürn kadar büyük ki, kütlesi Dünya’nınkinin yaklaşık 750 katı kadar.

Satürn, gezegenler arasında halkası çok belirgin olan tek gezegen. Halkalar, büyük oranda buz tanelerinden oluşuyor. Halkaları oluşturan parçaların büyüklüğü, bir toz tanesinden birkaç metre çaplı parçalara kadar değişiyor.

Satürn’ün halkaları çok geniş bir bandı andırıyor. Bu bandın genişliği 250.000 km’yi aşarken, kalınlığı çok az; 1 km’nin altında. Satürn’ün halkaları, gözle göremeyeceğimiz kadar küçük toz parçalarından kaya parçalarına kadar değişen büyüklükte göktaşlarından oluşuyor. Bu parçaların çoğunun çapları 1 cm ile 5 metre arasında değişiyor. Halkaların içinde çapları birkaç kilometreyi bulanlar da var. Bunlar, genelde uydu olarak nitelendiriliyor. Halkaları oluşturan madde, çok büyük oranda buz parçalarından, yani sudan oluşuyor. Parçacıkların geri kalanıysa kayasal maddelerden oluşuyor. Eğer halkaları oluşturan bütün maddeyi bir araya toplayabilseydik, oluşacak cismin çapı asteroitlerin bazılarından daha küçük, sadece 100 km civarında olurdu.

Satürn'ün uydusu Titan, Güneş Sistemi’ndeki ikinci en büyük uydu. Titan da, Ganymede gibi Merkür’den biraz daha büyük. Titan’ın büyük oranda azottan oluşan kalın atmosferinin, Dünya’nın ilk zamanlarındaki atmosferine benzediği düşünülüyor. Güneş sistemindeki öteki uyduların hiçbirinde böylesine kalın bir atmosfer bulunmuyor.

Satürn’ün öteki uyduların bir bölümü, Jüpiter’in Galileo uyduları gibi buzlu yapıda. Geriye kalanıysa kayalık görünümde. Günümüze kadar keşfedilen uyduların sayısı 18.

Uranüs

Uranüs, katı bir çekirdeği saran, donmuş ve gaz halindeki maddelerden oluşur. Atmosferi büyük oranda hidrojen, daha az miktarda helyum içerir. Atmosferinde az miktarda bulunan metan, gezegene C’yemavi-yeşil rengini verir. Bulutların üst katmanlarındaki sıcaklık, -210 kadar düşer.



Uranüs, yörünge düzleminin dönme eksenine dik olmasıyla, öteki gezegenlerden ayrılıyor. Bu da gezegenin bir zamanlar büyük bir gökcismiyle çarpışmasının bir sonucu olabilir. Benzer şekilde, öteki gezegenlerin manyetik kutupları da coğrafi kutuplara yakındır. Ancak, Uranüs’ünkiler 60 derece uzaktadır.

Uranüs’ün halka sistemi, koyu tonlu kaya parçaları ve tozdan oluştuğu için, uzaktan belirgin olarak görülemez. Gezegenin halkalarından 11’i belirgindir. Halkalar, büyük olasılıkla, bir zamanlar burada dolanmakta olan bir uydunun ya da uyduların parçalarından oluşur.

Uranüs’ün uyduları, adlarını Güneş Sistemi’nin öteki uyduları gibi Yunan mitolojisinden değil, Shakspeare’in karakterlerinden alıyorlar. Voyager uzay aracı bu gezegenin yakınından geçmeden önce, bu uyduların 5’i biliniyordu. Oberon ve Titania, bu uyduların en büyükleri. Sonra, Ariel, Umbriel ve Miranda geliyor.

5 büyük uydu arasında, gezegene en yakın olanı Miranda, ilginç bir şekle sahip. Uydunun üzerinde, derin yarıklar bulunuyor. Bunun nedeni, bir zamanlar buzlu kabuğun kısmen eriyerek altından yüzeye çıkan su olabilir.

Uranüs’ün bilindiği kadarıyla 27 uydusu var. Büyük olanlar buzlu yapıdayken, küçükler asteroit benzeri yapıdalar. Küçük uyduları yeryüzünden görmek çok zor. Çünkü, çapları birkaç kilometreyken, yüzeyleri yeni dökülmüş bir asfalttan daha koyu.

Neptün

Neptün’ün ilginç bir keşif öyküsü var. Gökbilimci William Herschel, 1781’de, gökyüzü gözlemleri yaparken, önceleri kuyrukluyıldız olduğunu düşündüğü bir gökcismi keşfetti. Yapılan gözlemler sonucunda, bu gökcisminin öteki gezegenler gibi yaklaşık dairesel bir yörüngesinin olduğu hesaplandı ve kuyrukluyıldız olmadığı sonucuna varıldı. Bu gezegen, Uranüs’ten başkası değildi. Dikkatli gözlemler sonucunda Uranüs’ün yörüngesindeki hareketi sırasında keşfedilen küçük düzensizliklerin, yakınlarındaki bir başka gezegenin kütleçekiminin etkisiyle olduğu düşünüldü. Nitekim, aramaların sonucunda, 1846’da, Neptün keşfedildi. Uranüs’e etki eden gezegen Neptün olmalıydı. Böylece ilk kez, gözlemlere değil, matematiksel hesaplara dayanılarak bir gezegenin varlığı keşfedilmiş oldu.



Neptün de öteki gaz devleri gibi, küçük ve kayalık bir çekirdeği saran sıvı ve gaz karışımından oluşuyor. Gezegenin mavi-yeşil atmosferinde, belirgin birkaç fırtına sistemi dikkati çekiyor. Çapı Dünya’nınkine yakın olan Büyük Kara Leke, Küçük Kara Leke bunların en belirgin olanları.

Neptün’ün bilinen 13 uydusu var. Neptün’ün en büyük uydusu C sıcaklığıyla, Güneş sisteminin bilinen en soğuk uydusu.olan Triton, -240 Triton’u, Neptün’ün öteki uydularından ayıran en belirgin özelliği, yörüngesinin çok eğik olması ve uydunun bu yörüngede, öteki uyduların tersine hareket etmesi. Bu, onun baştan beri Neptün’ün uydusu olmadığını gösteriyor. Başka bir deyişle Triton, büyük olasılıkla Neptün tarafından sonradan yakalanmış. Uydu, kuyrukluyıldızların yer aldığı Kuiper Kuşağı’ndan gelmiş olabilir. Bu ilginç özelliği yanında Triton, Neptün’ün öteki uydularının yanında oldukça büyük kalıyor ve bu sayede bir atmosfere de sahip. Triton’un büyük oranda azottan oluşan atmosferi, yüzeyde Dünya’nınkinin sadece 50 000’de biri kadar basınç yaratabilecek kalınlıkta. Atmosfer, azotun yanında daha az miktarlarda metan ve karbon monoksit içeriyor.

Güneş Sistemi
Güneş Sistemi’nin Üyeleri - Cüce Gezegenler
Ağustos 2006’da yapılan tanıma göre, bir gökcisminin gezegen sayılması için birtakım koşulları yerine getirmesi gerekiyor. Buna göre, “yörüngesini temizlemiş olma” koşuluna uymayan, ancak öteki koşulları yerine getiren cisimlere “cüce gezegen” deniyor. Bir cüce gezegenin, Güneş’in çevresinde dolanan, bir gezegenin uydusu olmayan ve küresel yapı oluşturacak kadar büyük kütleye sahip olması gerekiyor. Çok sayıda aday olmakla birlikte, ilk aşamada cüce gezegen olarak kabul edilen gökcisimleri Ceres, Plüto ve Eris.

Ceres

Ceres, Mars ve Jüpiter arasındaki küçük gezegenlerin en büyüğü. Gökbilimciler, Ağustos 2006’da gezegenin tanımını yaptıktan sonra, Ceres küçük gezegenlikten cüce gezegenliğe terfi etti.



Kütlesi ve büyüklüğü yanında, Ceres’i öteki küçük gezegenlerden ayıran en belirgin özelliği küresel yapısı. Öteki küçük gezegenlerin hiçbiri böylesine düzgün yapıda değil. Hatta büyük çoğu oldukça düzensiz şekillere sahip.

Ceres, kuşaktaki tüm küçük gezegenlerin kütlesinin toplamının yaklaşık üçte birine sahip. Küçük gezegenlerin hepsinin, toplam kütlesiyse Ay’ın kütlesinin yalnızca %4’ü kadar.

Plüton ve Şaron

Yakın geçmişe kadar bir gezegen olan Plüton, 24 Ağustos 2006’dan bu yana bir cüce gezegen olarak kabul ediliyor.



Plüton’u oluşturan madde, kaya ve buzdan oluşuyor. Onu gezegenlerden ayıran önemli iki özelliği, yörüngesinin önemli ölçüde basık olması ve tutulum düzlemine göre yaklaşık 17 derece eğik olması. Plüton’un yörünge uzaklığı 29 ile 49 astronomi birimi arasında değişiyor. Yörüngesinin basıklığı nedeniyle gezegen zaman zaman Güneş’e Neptün’den daha yakın oluyor. Örneğin, 1979 ile 1999 yılları arasında, Plüton 8. gezegendi. Plüton’un Neptün’den daha yakın bir yörüngeye gelmesi için, yaklaşık 220 yıl beklememiz gerekiyor.

Plüton’un belirgin bir atmosferi yok. Azot, karbon monoksit, metan gibi gazlardan oluşan ve çok ince bir katman oluşturan bir atmosferi var. Güneş’e yaklaştıkça, atmosferin kalınlığı artıyor; tıpkı bir kuyrukluyıldızda olduğu gibi. Ancak, Plüton’un kütleçekimi sıradan bir kuyrukluyıldızınkiyle kıyaslanmayacak kadar büyük olduğundan, gazlar yüzeyin üzerinde kalıyor. Eğer Plüton Güneş’e daha yakın olsaydı, tıpkı bir kuyrukluyıldızınki gibi bir kuyruğu olurdu.

Şaron, Plüton’un uydusu olmanın ötesinde, Plüto-Şaron sisteminin bir üyesi olarak düşünülebilir. Nitekim yakın bir gelecekte, büyük olasılıkla Şaron bir uydu değil, bir cüce gezegen olarak kabul edilecek. Çünkü Plüto ve Şaron’un arasındaki kütle farkı, Güneş Sistemi’nde hiç bir gezegen ve uydusunda olmadığı kadar az. Öyle ki, Şaron’un Plüton’un çevresinde dolandığını öne sürmek pek doğru değil. İkisi ortak bir kütle merkezi çevresinde dolanıyorlar. Gezegenlere baktığımızda, bu ortak kütle merkezi hepsinde gezegenin içinde kalıyor. Plüto ve Şaron sistemindeyse, kütle merkezi iki gökcisminin arasında, Plüton’a yakın konumda. Yaygın görüş, bir gökcisminin uydu olabilmesi için, sistemin kütle merkezinin, çevresinde dolandığı gökcisminin içinde yani yüzeyinin altında kalması gerekiyor.

NASA, Plüto ve Kuiper Kuşağında bulunan gökcisimleri hakkında ayrıntılı bilgi toplayabilmek için, “Yeni Ufuklar” (New Horizons) uzay aracını Ocak 2006’da fırlattı. Bu uzay aracı, bir cüce gezegene giden ilk uzay aracı olacak. Yeni Ufuklar, 2015 yılında Plüto ve Şaron’a ulaşacak ve onların yapısı, yüzey ve atmosfer özellikleri gibi alanlarda veri toplayacak. Plüton ve Şaron’daki görevini tamamladıktan sonra, beş yıl boyunca bu bölgede bulunan öteki Kuiper Kuşağı cisimlerini incelemek üzere yoluna devam edecek.

Eris

2003 yılında çekilen fotoğrafların incelenmesiyle 2005’te keşfedilen Eris, her Neptün-ötesi gökcisminin keşfinde olduğu gibi, 10. gezegen tartışmalarını alevlendirdi. Ancak, bu sefer, bulunan gökcismi Plüton’dan büyüktü. “Cüce gezegen” sınıflamasının oluşturulmasıyla o da bu unvanı aldı.


Eris’in daha önce keşfedilmemesinin nedeniyse, pek de gezegen aranan bölgede yer almamasına bağlanıyor. Eris’in yörüngesi tutulum düzlemiyle 44 derecelik bir açı yapıyor. Bu şekilde yörüngelere sahip gökcisimleri, Kuiper Kuşağı’nın dışında kaldıkları için onlara “Neptün Ötesi Cisimleri” adı veriliyor.

Eris, yörüngesinde dolanırken, Güneş’e uzaklığı 38 AB ile 97 astronomi birimi arasında değişiyor. Yani, yörüngesi Plüton’unkinden de basık. Eris bu haliyle, şimdiye kadar Güneş Sistemi’nde görülen en uzak gökcismi. Gözlemler, Eris’in bileşiminin de Plüton’unkine benzer olduğunu gösteriyor.

Güneş Sistemi
Güneş Sistemi'nin Üyeleri - Küçük Cisimler / Asteroitler
Gezegen ya da cüce gezegen olmayan ve Güneş’in çevresinde dolanan öteki gökcisimlerine “Güneş Sisteminin Küçük Cisimleri” deniyor. Bu gökcisimleri, çok büyük oranda küçük gezegenlerden yani asteroitlerden ve Neptün’ün ötesinde bulunan çok sayıda görece küçük gökcisimlerinden ve kuyrukluyıldızlardan oluşuyor.



Küçük Gezegenler (Asteroitler)

Kayalık yapıya sahip olan asteroitler, çapları yaklaşık 1000 km’ye kadar çıkabilen gezegenlere göre küçük gökcisimleri. Bu gökcisimlerinin büyük bölümü, Mars ile Jüpiter’in arasında bulunan asteroit kuşağı içinde, Güneş’in etrafında dolanırlar.

Bu gökcisimlerinin, bir zamanlar burada bulunan bir gezegenin parçalanmasıyla, ya da buradaki maddenin Jüpiter’in güçlü kütleçekimi nedeniyle hiçbir zaman gezegen oluşturamadığı ve buradaki ilkel maddeden artakalanların küçük gezegenleri oluşturduğu düşünülüyor.

Jüpiter olmasaydı, bu bölgede dairesel yörüngelerde dolanan madde, zamanla bir araya gelerek bir gezegen oluşturabilecekti. Jüpiter’in, güçlü kütleçekimiyle bu bölgedeki cisimlerin yörüngelerinde bozulmalara yol açtı. Yörüngeleri birbirinden az da olsa farklı basıklıkta olan küçük cisimler, birleşmek için fazla hızlı çarpışıyorlardı. Bu nedenle, hiçbir zaman hepsi bir araya gelerek bütün bir gezegen oluşturamadılar.

Zamanla, buradaki maddenin çok büyük çoğunluğu Jüpiter tarafından uzaklaştırıldı. Sonuçta, günümüze, bir zamanlar oluşmaya fırsat bulamayan bir gezegenin yapı taşlarından küçük bir bölümü kaldı. Bilinen tüm asteroitleri bir araya toplayabilseydik, ortaya çıkan cismin çapı, Ay’ınkinin yarısından daha küçük olurdu.

Asteroitlerin oluşumunda ve şekillenmesinde çarpışmaların rolü büyük. Gözlemler, bazı büyük asteroitlerin çarpışmalar sonucunda parçalandığını gösteriyor. Bunu, "aile" adı verilen asteroit grupları doğruluyor. Asteroit aileleri, bir zamanlar çarpışma geçirerek parçalanan, ancak birbirlerinden çok uzaklaşacak şekilde dağılmayan asteroitlerden oluşuyor. Bunlardan en ünlüleri, 235 parçadan oluşan Themis ailesi, 326 parçadan oluşan Eros ailesi ve 400 parçadan oluşan Kronis ailesi. Bunlar dışında, Güneş ve Jüpiter’in kütleçekiminin birbirini dengelediği Jüpiter’in L4 ve L5 Lagrange noktalarında da bilinen yüzlerce asteroit var. Bunlara "Troyalılar" deniyor.

Kuyrukluyıldızlar

Kuyrukluyıldızların, Güneş Sistemi’nin oluşumu ve hammaddesi hakkında önemli bilgiler taşıyan zaman kapsülleri olduklarını söyleyebiliriz. Güneş Sistemi’yle aynı zamanda, yaklaşık 4,6 milyar yıl önce oluşmuş oldukları ve Güneş’e çok uzak oldukları için, Güneş ve gezegenlerin hammaddesi, bu göktaşlarının içinde bozulmadan korunuyorlar. Bir kuyrukluyıldız, Güneş’e yaklaştığında, yüzeyindeki donmuş gazlar buharlaşmaya, aynı zamanda toz taneleri de serbest kalmaya başlar. Bu gaz ve tozun güneş rüzgârıyla itilmesiyle kuyruk oluşur.



Bu gökcisimleri normalde, iki farklı yörüngede dolanıyorlar. Bu yörüngelerin biri, Neptün’ün ötesinde yer alan Kuiper Kuşağı. Burada, çok sayıda kuyrukluyıldız, bir kuşak halinde dolanıyorlar.

Oort Bulutu denen ve çok daha uzakta, küresel olarak Güneş Sistemi’ni çevreleyen bölgede çok daha fazla kuyrukluyıldız olduğu düşünülüyor. Bu gökcisimleri, normalde buradaki yörüngelerinde dolanıyorlar.

Özellikle Oort bulutunda bulunan kuyrukluyıldızlar, Güneş ışınlarının çok zayıf kaldığı bu bölgede milyarlarca yıl bozulmadan kalıyorlar. Çeşitli etkenlerle, yörüngeleri basık hale gelmiş olan kuyrukluyıldızlar, Güneş Sistemi’nin içlerine kadar gelebiliyorlar. Bu gökcisimleri, çeşitli etkenlerle, yörüngelerinden ayrıldıklarında, sistemin içlerine doğru uzanan elips biçimli yörüngelere yerleşebilirler.

Meteoroidler

Meteoroidler, bazısı kuyrukluyıldızlar ve asteroitlerden kopan küçük taş ve demir parçalarıdır. Bu cisimlerin büyüklüğü, bir toz parçasının büyüklüğünden, birkaç metre çapa kadar değişir.



Eğer bir meteoroid atmosfere girerse, sürtünme nedeniyle ısınır ve yanar. Bu sırada, gökyüzünde, bir doğrultuda hızla kayıp kaybolan bir parlama görülür. Buna, meteor ya da akanyıldız denir. Meteor yağmurları, Dünya bir kuyrukluyıldızın yörüngesine bıraktığı toz parçalarından oluşan kuşağın içinden geçtiğinde oluşur. Meteorların çoğu atmosferde yanarken, bazısı, yeryüzüne ulaşabilecek kadar büyük olabilir. Yeryüzüne düşen bu meteorlara, göktaşı deniyor.





Güneş Sistemi
Güneş Sistemi'nde Yaşam
Günümüzden yaklaşık 100 yıl öncesine kadar, Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerde insan gibi zeki canlıların bulunabileceği düşünülüyordu. Ne var ki, gezegenlere gönderilen uzay araçları zeki canlılar bir yana, herhangi bir mikrobiyolojik yaşama bile rastlamadı. Ancak şunu da belirmek gerekir ki, henüz rastlanmamış olması, dünya dışında yaşam olmadığı anlamına gelmiyor.



Bilim adamları, yakın geçmişe kadar, yaşamın “yaşanabilir bölge” olarak adlandırdıkları bir bölgede gelişebileceğini düşünüyorlardı. Bu bölge kabaca Venüs ve Mars’ın yörüngelerinin arası olarak kabul ediliyordu. Yaşamın temel gereksinimi olan su, bir gezegenin yüzeyinde ancak bu sınırlar içinde sıvı olarak bulunuyordu. Son yıllarda özellikle dış gezegenlerde ve uydularında yapılan yeni keşifler ışığında, bu sınırlar genişledi.

Merkür, Güneş’e çok yakın olduğu için, Gezegende aşırı sıcaklık değişimleri meydana geliyor. Ayrıca, Güneş’in zararlı ışınımı yüzeyde herhangi bir canlının yaşamasına olanak vermeyecek kadar güçlü.

Venüs, büyüklüğü bakımından Dünya’ya en çok benzeyen gezegen olmasına karşın, kalın bulutlarının yol açtığı sera etkisi nedeniyle yüzeydeki sıcaklık 450 dereceyi buluyor. Ayrıca, sülfürik asit içerek yağmurlar yaşamın oluşmasını olanaksız kılıyor.

Güneş sisteminde yaşam olasılığının en yüksek görüldüğü yer Mars. Çünkü Mars, tüm gezegenler arasında Dünya’ya en çok benzeyen gezegen. Ayrıca, günümüzde olmasa da, geçmişte gezegende bol miktarda suyun sıvı halde bulunduğunu gösteren güçlü kanıtlar var.

Mars’ta günümüzde gelişmiş bir yaşam bulunmuyor. Ancak, geçmişte en azından mikrobik boyutlarda da olsa yaşamın varolmuş olması yüksek olasılık. Bu yaşam, gezegenin görece daha sıcak olan bölgelerinde, toprak altında sürüyor da olabilir.

Gaz devlerinde yaşam bulunma olasılığı düşük olarak değerlendiriliyor. Ancak, yine de pek hayal edemediğimiz yaşam biçimleri bu gezegenlerin yoğun atmosferlerinde gelişmiş olabilir. Örneğin, Jüpiter atmosferinde gezinen denizanası gibi canlılar, buradaki organik maddelerle besleniyor olabilir. Şimdilik tahminler hayal gücünden öteye gitmiyor.

Gaz devlerinin kendileri olmasa da, uyduları yaşamı destekliyor olabilir. Yakın zaman öncesine kadar, bu uyduların tamamen donmuş, katı cisimler oldukları düşünülüyordu. Ancak yapılan araştırmalar bazılarının buzdan oluşan sert kabuklarının altında kilometrelerde derinlikte okyanuslar bulunduğunu gösterdi. Bu okyanuslarda suda yaşayan canlılar gelişmiş olabilir. Gelecekte bu uydulara gönderilecek denizaltı tipindeki uzay araçlarıyla bu ilginç dünyaların sırları ortaya çıkarılacak.

Güneş Sistemi
Güneş Sistemi'nin Sonu
Güneşin sıcaklığı giderek arttığı için, bundan yaklaşık 1-1,5 milyar yıl sonra, sıcaklığın etkisiyle gezegenimizdeki suyun önemli bir bölümü buharlaşacak. Gezegenimiz bu şartlar altında, büyük olasılıkla Venüs’ün bu günkü koşularına sahip olacak.

Orta kütleli bir yıldız olan Güneş, günümüzden yaklaşık 5 milyar yıl sonra kırmızı dev aşamasına gelecek. Helyum yakıtı azalan ve çekirdekte ve çevresinde gerçekleşen termonükleer tepkimelerin yol açtığı ışımanın basıncıyla giderek şişen yıldızımızın çapı, yaklaşık 200 kat artacak.



Bu sırada Güneş’in yüzeyi Dünya’ya iyice yakınlaşacak. Ancak, bundan önce Güneş’in kütlesi azalmış olacağından Dünya da Güneş’ten biraz uzaklaşmış olacak. Yani, Güneş’in içinde kalmayacak. Genişlemeyle birlikte, Güneş’in yüzey sıcaklığı 3500 dereceye kadar düşecek ve kırmızı renkli bir görünüm alacak.

Güneş’e daha yakın konumda bulunan Merkür ve Venüs, Güneş diskinin içinde yok olacak. Gaz yapılı dış gezegenlerse, metal-kaya çekirdekleri dışında, çoğunlukla gazdan oluşan katmanlarını büyük oranda yitirecekler. İç Güneş Sistemi sıcaktan kavrulurken, bu sırada dış gezegenlerin uydularında yaşam için uygun koşulların da kısa bir süreliğine de olsa oluşması mümkün olabilecek.

İlerleyen süreçte, genişleyerek soğuyan katmanlar yeniden büzüşecek ve böyle birkaç “zonklama” sürecinin ardından Güneş’in dış katmanları bir gezegencik bulutsu oluşturacak şekilde uzaya savrulacak. Güneş’ten geriye çok yoğun, çok sıcak ve parlak, ancak Dünya kadar küçük bir çekirdek kalacak.

Bu beyaz cüce, milyonlarca yıl içinde soğuyarak yavaş yavaş gözden kaybolacak ve bir kara cüce haline gelecek. Bu arada gezegenlerden yörüngede kalmayı başaran olursa, geride merkezde bir cüce ve onun soğuyan gezegenlerinden oluşan “ölü” bir sistem kalacak.

. Aşağıdakilerden hangisi bir gezegen değildir?
a. Neptün
b. Jüpiter
c. Satürn
d. Plüton

2. Bize en yakın yıldız hangisidir?
a. Kutupyıldızı
b. Proksima Centauri
c. Sirius
d. Güneş

3. Küçük gezegenlerin yoğun olarak bulunduğu bölge neresidir?
a. Dünya ile Mars arası
b. Mars ile Jüpiter arası
c. Jüpiter ile Satürn arası
d. Neptün ötesi

4. Hangisi bir kayasal gezegen değildir?
a. Dünya
b. Mars
c. Venüs
d. Satürn

5. Bir gökcisminin cüce gezegen sayılması için hangi koşulu yerine getirmesi gerekmez?
a. Bir yıldızın çevresinde dolanması
b. Küresel yapıda olması
c. Bir gezegenin uydusu olmaması
d. Yakınındaki başka cisimleri temizlemiş olması.

6. Güneş, ömrünün sonunda hangisine dönüşecek?
a. Kara delik
b. Beyaz cüce
c. Kırmızı cüce
d. Nötron yıldızı

7. Hangi gezegenin uydusu yoktur?
a. Venüs
b. Dünya
c. Mars
d. Jüpiter

8. Hangisi Jüpiter’in “Galileo uyduları” olarak bilinen uydularından biri değildir?
a. Io
b. Callisto
c. Ganymede
d. Titan

9. Plüton hangi sınıfa girer?
a. Gezegen
b. Cüce Gezegen
c. Küçük Gezegen
d. Güneş Sistemi’nin Küçük Cisimleri

10. Adını Romalıların aşk ve güzellik tanrıçasından alan gezegen hangisidir?
a. Merkür
b. Venüs
c. Dünya
d. Mars

11. Hangi gezegen halkalara sahiptir?
a. Merkür
b. Venüs
c. Mars
d. Jüpiter

12. Hangisi bir cüce gezegen değildir?
a. Ceres
b. Eris
c. Plüton
d. Vesta

13. En büyük çaplı gezegen hangisidir?
a. Mars
b. Jüpiter
c. Satürn
d. Neptün

14. Güneş Sistemi’ndeki en büyük uydu hangisidir?
a. Io
b. Callisto
c. Ay
d. Ganymede

15. “Büyük Kımızı Leke” hangi gezegendedir?
a. Satürn
b. Jüpiter
c. Uranüs
d. Neptün

16. Güneş Sisteminde yüzey sıcaklığı en yüksek olan gezegen hangisidir?
a. Merkür
b. Venüs
c. Dünya
d. Mars

17. Kuyrukluyıldızların kaynağı neresidir?
a. Oort bulutu
b. Asteroid kuşağı
c. Jüpiter’in uyduları
d. Mars

18. Samanyolu hangi gökada kümesinde yer alır?
a. Yerel Küme
b. Aslan Üçlüsü
c. Ocak Kümesi
d. M51 Kümesi

19. Güneş sisteminde kaç gezegen bulunur?
a. 8
b. 9
c. 10
d. 12

20. Hangi gezegen ötekilere göre ekseni çevresinde ters yönde döner?
a. Venüs
b. Mars
c. Merkür
d. Jüpiter

21. Hangi gezegenin yüzeyini Dünya’dan görebiliriz?
a. Venüs
b. Mars
c. Jüpiter
d. Satürn

22. Yoğunluğu en düşük olan gezegen hangisidir?
a. Merkür
b. Mars
c. Jüpiter
d. Satürn

23. Güneş sisteminin en yüksek dağı hangi gezegendedir?
a. Merkür
b. Venüs
c. Dünya
d. Mars

24. Hangisi Güneş’e en uzaktır?
a. Oort Bulutu
b. Asteroid Kuşağı
c. Kuiper Kuşağı
d. Plüton

25. Astronomi Birimi nedir?
a. Güneş’in çapı
b. Güneş Sistemi’nin çapı
c. Güneş – Dünya arası uzaklık
d. Dünya’nın çevresinin uzunluğu

Cevap Anahtarı
1 - D 2 - D 3 - B 4 - D 5 - D 6 - B 7 - A 8 - D 9 - B 10 - B 11 - D 12 - D 13 - B 14 - D 15 - B 16 - B 17 - A 18 - A 19 - A 20 - A 21 - B 22 - D 23 - D 24 - A 25 - C
Yukarı Dön
syl@r Açılır Kutu Gör
Süper Üye
Süper Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 02-Mayıs-2007
Konum: Kirikkale
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 148
  Alıntı syl@r Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 06-Ağustos-2007 Saat 16:16
Uzay Sözlüğü
Asteroit (Küçük Gezegen): Güneş’in çevresinde dolanan küçük, kayalık gökcisimleri.

Astronomi birimi: Güneş ile Dünya arasındaki uzaklık (Yaklaşık 150 milyon km)

Atmosfer: Bir gökcismini saran gaz katmanı.

Beyaz Cüce: Küçük kütleli bir yıldızın ölümünden artakalan, yaklaşık Dünya büyüklüğünde, sıcak ve parlak demir yıldız çekirdeği.

Bulutsu (nebula): Gaz ve tozdan oluşan, gökadaların içinde bulunan, silik bir ışık kümesi olarak gözlenen gökcisimleri.

Cüce gezegen: Bir yıldızın çevresinde dolanan, kütlesi küresel bir yapı oluşturacak kadar büyük, ama komşuluğunu temizleyememiş gökcismi.

Gaz Devi: Katı bir çekirdeğin etrafını saran çok miktarda gazdan oluşmuş dev gezegenler. Ör: Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün.

Gezegen: Bir yıldızın çevresinde dolanan, kütlesi küresel bir yapı oluşturacak kadar büyük ve komşuluğunu temizlemiş gökcismi.

Gezegencik: Bir yıldız sisteminin oluşumu sırasında, birleşerek gezegenlere dönüşen küresel yapılı gökcisimleri.

Gökada: On milyon ila bir milyar arasında yıldız ve bu yıldızların hammaddeleriyle artakalanlarını barındıran dev yıldız topulukları.

Gökada Kümesi: Onlarca ya da yüzlerde gökadanın oluşturdukları topluluklar.

Gökada Süperkümesi: Gökada kümelerinin oluşturdukları topluluklar.

Güneş Rüzgârı: Güneş’ten dışarı salınan genelde elektrik yüklü parçacıklardan oluşan rüzgâr.

Kara Cüce: Bir beyaz cücenin milyonlarca yıl içinde soğumasıyla oluşan gökcismi.

Kayasal Gezegen: Kayasal ve katı bir yüzeye sahip gezegenler.

Kırmızı Dev: Evriminin son aşamalarına doğru, aşırı genişlemiş ve yüzeyi biraz soğumuş dev yıldız.

Kuiper Kuşağı: Güneş sistemini oluşturan maddeden artakalan,

Kuyrukluyıldız: Kaya, toz ve katılaşmış gazdan oluşan ve Güneş’e yakınlaştığında ısınarak gaz ve tozdan kuyruğu oluşan gökcismi.

Küçük gezegen (Asteroit): Güneş’in çevresinde dolanan küçük, kayalık gökcisimleri.

Kütle: Bir nesnenin içerdiği madde miktarı.

Kütleçekimi: Kütlesi olan maddeler arasındaki çekim kuvveti.

Meteor: Bir meteoroid atmosfere girdiğinde gözlenen parlak ışıma.

Meteorit: Yeryüzüne düşen meteoroid.

Meteoroid: Uzaydaki küçük göktaşları

Neptün Ötesi Cisimler: Çoğunlukla kuyrukluyıldızlardan oluşan, aralarında Plüton ve Eris’in de bulunduğu gökcisimleri.

Oort Bulutu: Güneş Sistemi’nin küresel olarak saran, kuyrukluyıldızların zamanlarının büyük bölümümü geçirdikleri bölge.

Samanyolu: İçinde bulunduğumuz, en azından 100 milyar yıldız içeren gökada.

Süpernova: Büyük kütleli yıldızların yakıtlarını tükettikten sonra aniden çökmesiyle oluşan çok güçlü patlama.

Termonükleer Füzyon: Yüksek sıcaklık ve basınç altında, atom çekirdeklerinin birleşmesi. Yıldızlara enerji veren çekirdek tepkimesi.

Uydu: Bir gökcisminin çevresinde dolanan bir başka gökcismi ya da yapay cisim.

Yaşanabilir Bölge: Bir gezegen sisteminde yaşamın oluşabileceği koşulların ortaya çıkabileceği koşullara sahip olan bölge.

Yıldız: Çekirdeklerinde meydana gelen termonükleer tepkimeler sayesinde enerji yayan, büyük oranda gazdan oluşan gökcisimleri.

Yörünge: Gökcisimlerinin bir başka gökcismi etrafında dolanırken izledikleri yol.
Yukarı Dön
cengiz.metin1 Açılır Kutu Gör
Moderatör
Moderatör
Simge
cengizmetin@antipati.org

Kayıt Tarihi: 10-Ocak-2007
Konum: Istanbul
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 247
  Alıntı cengiz.metin1 Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 07-Ağustos-2007 Saat 22:04
gerçekten güzel bilgiler teşekkürler
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50 [Free Express Edition]
Copyright ©2001-2008 Web Wiz